Son Konular

  • [Altın Öğütler] Abdest ve teyemmüm hakkında

    0 yorum

    Sual: Su az olup abdeste yetmezse nasıl abdest alırız?
    CEVAP
    Abdest azalarından bir kısmını yıkayacak kadar az suyu olan bir kimse, herhangi bir yerden su bulma imkânı da yoksa, mevcut su ile bir yerini yıkamaz, teyemmüm eder. (Hindiyye)

    Az su ve teyemmüm
    Sual: Sadece abdest almaya veya vücudunun bir kısmını yıkamaya yetecek kadar suyu olan nasıl gusleder?
    CEVAP
    Cünüp kimse, bedeninin bir kısmını yıkayacak kadar veya abdest alacak kadar su bulursa, abdest ve gusül için, bir teyemmüm eder. Teyemmümden sonra, abdesti bozulursa, o su ile, sonra abdest alır. (S. Ebediyye)

    Teyemmüm edebilir
    Sual: 80 yaşındaki ninem, yalnız başına zor abdest alıyor, düşerim de bir yerim kırılır diye korkuyor. Acaba teyemmüm edebilir mi?
    CEVAP
    Düşme ihtimali varsa teyemmüm eder. Soğuk havada hastalanma ihtimali olan sağlam kimse de, soğuk suyla gusletmek yerine teyemmüm eder.

    Ayak parmaklarını hilallemek
    Sual: Ayak parmakları nasıl hilallenir?
    CEVAP
    Sağ ayağı yıkarken, sol elin küçük parmağı ile sağ ayağın küçük parmağından başlanır, başparmağa doğru, ayak parmaklarının alt tarafından araları hilallenir. Sol ayağı yıkarken, sol elin küçük parmağı ile sol ayağın başparmağından başlanır, küçük parmağa doğru, ayak parmaklarının alt tarafından araları hilallenir. Müstehabdır.

    Âyise yaşı
    Sual: Âyise yaşını hesaplarken, miladî yaşı mı, hicrî yaşı mı esas almak gerekir?
    CEVAP
    Hicrî yaş esas alınır. Âyise, hayzdan kesilmiş, yaşlı kadın demektir. Âyise yaşı, Hanbelî’de 50, Hanefî’de 55, Şâfiî’de 60, Mâlikî’de 70’tir. Bu yaşlardan sonra gelen kan, hayz olmaz, istihaza olur. Yaklaşık miladî 53 yaş 3 aylık olan kimse, hicrî 55 yaşına girmiş olur. Miladî yıl, 1,0307 ile çarpılınca, hicrî yıl bulunur. Mesela, miladî 68 yaşında olan biri, 1,0307 ile çarpılırsa, 70 bulunur.

    Nikâh ve talak
    Sual: (Erkek cünüpken, kadın da hayzlıyken, nikâh yapılmaz ve boşama da geçerli olmaz) deniyor. Dinde böyle bir şey var mıdır?
    CEVAP
    Hayır, nikâh da, talak da geçerlidir. Hayzlıyken boşamak bid’attır, haramdır, fakat boşama yine geçerli olur. (Redd-ül-muhtar)

    --
    7/28/2013 06:44:00 ÖÖ tarihinde Blogger tarafından Altın Öğütler adresine gönderildi

    [Altın Öğütler] Peygamberlik devam etseydi

    0 yorum

    Sual: (Benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu) hadis-i şerifi, Hazret-i Ömer’in, Hazret-i Ebu Bekir’den üstün olduğunu göstermez mi?
    CEVAP
    Hayır, göstermez. Burada, Hazret-i Ömer’in kıymeti bildirilmektedir. Yani bu hadis-i şerif, (Peygamberlik devam etseydi, başka peygamberler gelseydi, Hazret-i Ömer de bunlardan biri olurdu) demektir. İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Dört halifenin üstünlük sıraları, halifelikleri sırası gibidir) buyuruyor. (2/67)

    Hazret-i Ali için de, böyle övücü sözler bulunmaktadır. Bir hadis-i şerif:
    (Yâ Ali, Harun nasıl Musa’ya yakınsa, sen de bana öylesin. Yalnız benden sonra peygamberlik yoktur.) [Buharî] (Burada da, Hazret-i Ali’nin kıymetinin büyüklüğü bildirilmektedir. “Peygamberlik devam etseydi, Hazret-i Ali de peygamber olurdu” demektir.)

    Eshab-ı kiramdan olmasa da, daha sonra çok büyük zatlar gelmiştir. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyurdu ki:
    (Mevlânâ Halid-i Bağdadî hazretleri o kadar büyüktü ki, kendisine peygamberliğin bütün üstünlükleri verilmişti. Verilmeyen yalnız peygamberlik makamı kalmıştı. Çünkü Resulullah efendimiz son peygamberdir. Eğer ondan sonra peygamberlik devam etseydi, Mevlânâ Halid-i Bağdadî hazretleri, o hâliyle, peygamber olurdu.)

    Eshab-ı kiramın her biri, Kıyamete kadar gelecek bütün evliya zatlardan daha üstündür. Abdülhakîm efendi hazretlerinin bu sözü, (Diğer âlimler peygamber olamazdı) veya (Mevlana Halid-i Bağdadî hazretleri Eshab-ı kiramdan daha üstündür) demek değildir. Bazı âlimler de, (Peygamberlik devam etseydi, İmam-ı Rabbânî hazretleri peygamber olurdu) buyurmuştur.

    Musa aleyhisselam, Mirac’da Peygamber efendimize, (“Ümmetimin âlimleri İsrailoğullarına gelen peygamberler gibidir” buyuruyorsunuz. Bir âlim nasıl olur da, peygamber gibi olur?) diye sorar. Peygamber efendimiz, bir âlimi çağırır. Hazret-i Musa gelen âlime, (Senin adın ne?) der. O da, (Muhammed bin Muhammed bin Muhammed Gazâlî) der. Hazret-i Musa, (Ben sana adın ne dedim, sen dedelerinin adını bile söyledin? Sadece sorulana cevap vermek gerekmez miydi?) diye sorar. İmam-ı Gazâlî hazretleri, (Efendim, Allahü teâlâ, “Yâ Musa, elindeki ne?” diye sorduğunda siz, âsâ demekle yetinmeyip, “Bu elimdekini yere vurunca su çıkar, bununla düşmanların oyunlarını bozarım. Gerektiğinde bu, ejderha olur, sihirbazların sihirlerini yok ederim. Yürürken ona dayanırım. Bu âsânın bana çok faydaları vardır” demiştiniz. Maksadınız, Allahü teâlâ ile daha fazla konuşmaktı. Ben de sizin gibi ülül’azm büyük bir peygamberi bulmuşken, konuşmayı uzatmak için dedelerimin de ismini söyledim) diye cevap verdi. Hazret-i Musa, bu cevabı çok beğenerek Peygamber efendimize, (Şimdi anlaşıldı, senin ümmetinin âlimleri, Beni İsrail’in peygamberleri gibiymiş) dedi. (Rûhulbeyan 2/568)

    Dört halifenin dördü, her biri müctehid olan Eshab-ı kiramın tamamı da, bu ümmetin büyük âlimleri de peygamberlik mertebesine lâyıktır. (Peygamberlik devam etseydi filan zat peygamber olurdu) demek, o zatın kıymetini, üstünlüğünü bildirmek içindir. Yoksa diğerleri peygamber olamaz demek değildir.

    Sohbet
    Halk sanır ki, nimet olmaz devlet gibi,
    Gerçek şu ki, devlet olmaz sohbet gibi.

    --
    9/04/2013 02:23:00 ÖS tarihinde Blogger tarafından Altın Öğütler adresine gönderildi

    Soner ER - Musâb bin umeyr 'in vefatını anlatıyor

    0 yorum


    Kusur, bakan gözdedir

    0 yorum

    Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

    (Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah) sözünün, söylenmesi kolay, ama değeri çok yüksektir. Hakkı bâtıldan ayıran bir kelimedir. Asırlarca, kâfirler bu kelimeyi söylememek için öldüler, Cehenneme gittiler. Müslümanlar ise söyleterek onların iki cihanda saadete kavuşmaları için canlarını feda ettiler, şehid oldular, Cennete gittiler.

    Doğmak, ölmenin alametidir. Bir şey muhakkak olacaksa onu olmuş bilmelidir. Ölmek, âhiretin, ebedî hayatın başlangıcıdır. Orada ise Cennetten ve Cehennemden başka yer yoktur.

    Allahü teâlâ, (Yarattıklarımı inceleyen, büyüklüğümü anlar) buyuruyor. Peygamber efendimize (Allah’ı gösterirsen, inanırız) dediler. Cenâb-ı Hak da, (Ben onların içindeyim. Niye beni görmüyorlar?) buyurdu. Süleymaniye Camisini ve ondaki ince sanatları gördükten sonra, (Hayır, Mimar Sinan’ı gözümle görmeden, öyle bir mimarın varlığına inanmam) demek, ne kadar mantıksız bir söz ise, (Ben Allah’ı görmeden inanmam) demek daha mantıksızdır. Çünkü kâinattaki her şey Onun eseridir, hepsini O yarattı. Vücudumuzdaki hücreler, midemiz, kalbimiz, hep Cenab-ı Hakk'ın kudretiyle çalışıyor. Süleymaniye kendi kendine olmadığı gibi, vücudumuz da kendi kendine çalışmıyor. Kör göremiyorsa Güneş’in suçu ne? Bir beyt:

    Eğer kusur varsa, bakan gözdedir,
    Yoksa, yâr kimseye gizli değildir.

    Hangi cihaz, bir insanın komutu olmadan çalışabilir ki? (Kendiliğinden meydana gelen araba, kendi kendine gider, virajlardan döner, ışıklarda da kendi kendine durur) demek, ne kadar ahmakça bir söz ise, (Vücuttaki organlar kendi kendine çalışır, gözler kendi kendine görür, kulak kendiliğinden duyar) demek de o kadar ahmaklıktır, inkârcılıktır. İdarecisi yoksa, komut verilmezse, araba çalışmaz. Nasıl her cihazın meydana gelmesi, çalışması bir insana muhtaçsa, kendimiz de, bütün organlarımız da her an Allah'a muhtaçtır.
    Beyin gibi çalışan bir bilgisayar yapılmak istense, Everest Tepesi kadar büyük olması lâzımdır. Yapılsa bile, çalıştırmak için yine düğmesine basacak bir insan gerekir. O hâlde, bizim beynimizin düğmesine kim basıyor?
    Eğer insan âcizliğini anlarsa, Allah’ın büyüklüğünü anlar. Bugün Allah’a inanmayan, ibadet etmeyen, hep âcizliğini anlamadığı ve kibirli olduğu için bu hâldedir. Gurur ve kibir, insanları perişan etmektedir.

    Bir iyiliğe çok sevab

    0 yorum

    Sual: S. Ebediyye’de, (Cuma günü yapılan ibadetlere, en az iki kat sevab verilir. Cuma günü işlenen günahlar da, iki kat yazılır) deniyor. Günahlar niye iki kat yazılıyor?
    CEVAP
    Bu, cuma gününün faziletindendir. Bir şeyin kıymeti ne kadar çoksa, ona saygısızlığın günahı o kadar büyük olur. Bir hadis-i şerif:

    (Allah katında, cuma günü işlenen sevabdan daha kıymetlisi olmadığı gibi, o gün işlenen günahtan daha kötüsü yoktur.) [Cami-üs-sagir]

    Günah, camide işlenirse daha çirkin olur. Hele Kâbe’de işlenirse daha büyük olur. İşlenen aynı günah, işleyene ve işlenen yere göre de değişir. Bir hadis-i şerif:

    (Komşu kadına, arkadaş hanımına şehvetle bakmak, yabancı kadına bakmaktan on kat daha günahtır. Evli kadınlara bakmak, kızlara bakmaktan bin kat daha günahtır. Zina günahları da böyledir.) [Taberanî]
    Demek ki aynı günah, yapılan yere ve şahıslara göre değişiyor. Bunun dışında ise, Cenab-ı Hak iyiliklere kat kat sevab verirken günahlara kat kat vermiyor, bir günahı bir günah olarak yazıyor. İki hadis-i şerif:
    (Her iyilik için on mislinden yedi yüze kadar sevab yazılır. Her kötülük ise, bir misli yazılır. Allah onu affederse hiç yazılmaz.) [Buhârî]

    (Rabbiniz rahimdir. Bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana, bir sevab yazar. Yapana on mislinden yedi yüz misli veya daha fazla sevab yazar.) [Taberanî]

    Dört âyet-i kerime meali:
    (Hasene ile [salih amelle] gelene, [en az] on kat sevab verilir. Seyyie ile [günahla] gelen de, misliyle cezalanır.) [Enam 160]

    (Malını Allah yolunda harcayanın hâli, her başağında yüz tane bulunan yedi başaklı bir tohuma benzer. Allah dilediğine daha fazla da verir.) [Bekara 261]

    (Allah, [kötülüğün cezasını adaletle verir] zerre kadar haksızlık etmez, zerre kadar iyiliğin sevabını da kat kat artırır ve ayrıca büyük mükâfat verir.) [Nisa 40]

    (Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevablara çeviririm.) [Furkan 70]



    Râbıta ile ilerleme

    0 yorum

    Sual: Râbıta nedir?
    CEVAP
    Râbıta, irtibat kurmak, hatırlamak, düşünmek demektir. Ne şekilde olursa olsun, büyük zatları hatırlamak râbıta olur. Râbıtanın birkaç yolu vardır:

    1- Ehl-i sünnet âlimlerini sevmek, onların yolunda olmak, onların bildirdiği gibi yaşamak, her adımında, acaba bu yaptığımız onların rızalarına uygun mu diye düşünmek rabıta olur. (Hep sadıklarla birlikte bulunun!) ve (Rablerini isteyenlerle beraber olmaya çalış!) meallerindeki bu iki âyet, büyüklerle râbıtayı bildiriyor. Bu râbıtayı yapmak, (Allahü teâlânın sevdiklerini hatırlamak, rahmet etmesine sebep olur) hadis-i şerifine uymaktır.

    2- Sevdiği büyük zatın kitaplarını okumak, râbıtadır. O büyükler, (Bizi arayan, kitaplarımızın satırlarının arasında bulur) buyurmuştur. Kitaplarını severek okuyan, sohbetinde bulunmuş gibi onlardan istifade eder, çünkü (Büyük bir zatın kitabını okumak, onun sohbetinde bulunmanın yarısıdır) buyurulmuştur.

    3- Büyük zatın çocuklarıyla veya talebeleriyle birlikte olmak da râbıta olur, çünkü onlarla birlikteyken elbette hocaları hatırlanır. Hocalarından bahsetmek rabıta olur. Rahmete kavuşulur. (Sâlihlerin anıldığı yere rahmet yağar) hadis-i şerifi bunu göstermektedir.

    4- Böyle büyük zatın kabrine gitmek de râbıta olur. Kabirde, o büyük zatı düşününce, ruhu orada hazır olur. Böylece rabıtaya geçilmiş olur.

    5- Bir de, S. Ebediyye kitabında bildirildiği gibi özel râbıta şekli vardır. İtikadı bozuk veya fâsık kimselerin bu özel râbıtayı yapmaları zararlı olur. Bunların yapacakları ilk iş, itikatlarını düzeltmek ve haramlardan sakınmaktır. Ondan sonra, istenirse, özel râbıta da yapılabilir. Az yapmak da caizdir, ancak az yapılınca, tesiri de az olur. Bu özel râbıtayı yapmak gerekmez, zaten bildirildiği şekilde yapmak, günümüzün şartlarından dolayı zordur.

    Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki:

    Rabıtasız zikretmek, insanı ilerletmez. Zikretmeden râbıta yapmak, ilerletir. Râbıta, her işte yardımcıdır. Zikre yardımı ise, pek çoktur. Allahü teâlânın evi olan kalbi, nefsin ve şeytanın hilelerinden temizler. Zikrin yerleşmesi için kalbi hazırlar. (S. Ebediyye)

    Muteber kitapları okumak

    0 yorum

    Sual: İmam-ı Gazâlî hazretlerinin, Abdülkadir-i Geylânî hazretlerinin ve başka âlimlerin kitaplarının tercümeleri piyasada satılıyor. Hattâ güvendiğimiz bazı radyo, TV ve gazetelerden de reklamı yapılıyor. Bunları tavsiye eder misiniz?
    CEVAP
    Bir şeyin reklamının yapılması, o yayın kuruluşunun o ürünü tavsiye ettiğini göstermez. Reklam ayrı bir konudur.

    Dinimizi doğru olarak öğrenmek için, çok kitap okumak yerine, doğru olan bir tanesini çok okumak gerekir. Tercüme kitapların hemen hepsinde yanlışlıklar, şahsi düşünceler bulunmaktadır. Özellikle o dildeki deyimlerin Türkçe’deki karşılıkları bilinmediği için kelime kelime aynen tercüme ediliyor ve büyük yanlışlıklara sebep oluyor. Ne kadar doğru tercüme edilse de, asıl okumamız gereken kitapların okunmasına mâni olur.
    İbni Teymiyye çok âlimdi. Fakat ilim ehlince, (Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep kıldığı kimse) diye anıldı. Demek ki, sadece ilim yetmiyor. Bir rehberi olmadan ilim öğrenmek, doğru yolu buldurmuyor. Bir başka husus da, 14 asırdır gelen binlerce İslam âliminin on binlerce kitabı var. O zamanların şartlarına, insanların hâllerine ve dar-ül-islama göre yazılmıştı. O kitaplarda binlerce kavil var. Hangisine göre amel edilecek? Ama müftabih olan kavilleri bildiren kitabı okumak yeterli olur.

    İlim ehli bir zat, (Şimdiye kadar binden fazla kitap okudum. Keşke bunun yerine Tam İlmihâl’i bin kere okusaydım) demişti. Bu kıymetli kitapta bir Müslüman için lazım olan her bilgi mevcuttur.