Son Konular

  • Aklın önemi büyüktür

    0 yorum

    Sual: Bir ateist, (İslam dini, insanı düşünmemeye ve aklını kullanmamaya iter, kitap ne derse ona inanılır. Bu durum ilerlemeye ve bilime engel olur) diyor. Bu bir iftira değil midir?
    CEVAP
    Evet, İslâmiyet'e cahilce bir saldırıdır. Dinimizde aklın, ilmin ve düşünmenin önemi büyüktür. Aklın önemi hakkında birkaç hadis-i şerif:

    (Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizî], (Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemî], (Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhârî], (Akıl imandandır.) [Beyhekî], (Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazâlî]

    İslamiyet, böyle bildirirken, (Akla önem verilmiyor) demek çok yanlış olur. Ama akıl her şeyi bilemez. Aklın da sınırı vardır. Sınırından öteye gidilirse akıl çalışmaz, yanlış karar verir. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl, her insanda farklıdır. Bazıları dünya işlerinde isabet ettiği hâlde, bazıları yanılabilir.

    Gözün belli sahası olup, gözün anlayamadıklarını akıl anladığı gibi, aklın da belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akılla en aşağı akıl arasında çok fark vardır. Şu hâlde (Aklın yolu birdir) demek çok yanlıştır. Her işte ve hele dînî işlerde akla güvenilmez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan bir akla, her sahada nasıl güvenilebilir?

    Demek ki akıl, kendi sahasında kıymetlidir. Bu sahanın dışına çıkınca yanılır. Akla uygun olan ilme, dinimiz çok önem verir. Üç âyet meali:

    (Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Elbette bilen kıymetlidir.) [Zümer 9]
    (Allah, ilim sahiplerinin derecelerini yükseltir.) [Mücadele 11]
    (Geceyi gündüzü, Güneş’i, Ay’ı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da, Onun emrine boyun eğmiştir. Bunlarda, aklını kullanan, düşünen bir toplum için ibretler vardır.) [Nahl 12] (Geceyle gündüzün meydana gelişinde, Ay’ın, Güneş’in insanlara sağladığı faydalarda, yıldızların Allah’ın emriyle var oldukları, hareket ettikleri konusunda, akıl eden, düşünebilen kimseler için alınacak ibret dersleri vardır) deniyor.

    Kendini Allah'tan satın almak

    0 yorum

    Sual: (Bin kere İhlâs okuyan kendini Allahü teâlâdan satın almış olur) hadis-i şerifindeki, (Kendini Allahü teâlâdan satın almak) ifadesi ne anlama geliyor?
    CEVAP
    Kölenin efendisinden kurtulup hürriyete kavuşması için, efendisine kendi değeri kadar para vermesi gerekir. İnsanlar da, Allahü teâlânın kulu, kölesidir. İnsan kulluktan yani Allahü teâlânın kölesi olmaktan elbette kurtulamaz. İnsanın Cehennemden kurtulması, kölenin kölelikten kurtulmasına benzetilmiş, yani burada mecazî olarak, İhlâs sûresini bin kere okuyanın Cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir.

    Şartsız bildirilen her hüküm gibi, bu da elbette şarta bağlıdır. Bin İhlâs okuyanın Cehennemden kurtulması için, Müslüman olması şarttır. Müslüman olmayan, ne yaparsa yapsın Cehennemden kurtulamaz. Ehl-i sünnet itikadında olmayan da, bozuk itikadının cezasını çekmedikçe Cennete giremez. Kul hakkı ve farz borcu olanlar, bunları ödemedikçe veya herhangi bir sebeple affa uğramadıkça Cehennemden kurtulamaz.

    Vaazı uzatmak
    Sual: İmamın uzun zamm-ı sûre okuması ve namaz vakti geldiği hâlde, insanlara hizmet için vaazını uzatması, kul hakkına sebep olur mu?
    CEVAP
    Elbette olur. Kimsenin zamanını çalmaya hakkımız yoktur. Üstelik daha uzun sûre okuyunca daha fazla sevab alınmaz, aksine cemaati rahatsız edecek kadar uzun sûre okuyarak namaz kıldırmak, tahrimen mekruh olur, yani harama yakın günah olur.

    Hazret-i Muaz’ın, Bekara ve Nisa sûresini okuyarak Eshab-ı kirama namaz kıldırdığını haber alan Resulullah efendimiz, üç kere (Ya Muaz, sen fettan mısın?) buyurmuştur. Yani (Fitneci misin, fitneye mi sebep olacaksın?) buyurup, kısa sûrelerden okumasını, cemaat arasında, yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de bulunabileceğini bildiriyor. (Buharî)

    Cuma ve bayram namazlarında, namazdan önce vaizlerin, cemaatin namaz kılmadan camiden çıkamayacaklarını fırsat bilip, vaazlarını uzatmaları da, kul hakkına sebep olur. Namazdan sonraki vaazlarda, utancından çıkamayanlar olsa bile, vaazı uzatmak o kadar uygunsuz sayılmaz, çünkü işi olan, sıkışan her şeye rağmen çıkıp gidebilir. Namazlardan önce nasıl olsa namazı kılmadan gidemez, mecburen dinler düşüncesiyle, vaazını uzatarak o kadar insanın vebaline girmek çok yanlıştır.


    Alnında yara varsa
    Sual: Alnı veya burnu yara olan nasıl secde eder?
    CEVAP
    Alnında yara olan, yalnız burnuyla, burnunda yara olan ise, yalnız alnıyla secde eder. Hem alnı, hem de burnu yara olup yere secde edemeyen ise, ayakta durabilse de, oturarak îmâ ile kılar. Yani rükû için biraz eğilir. Secde için, rükûdan daha çok eğilir. (S. Ebediyye)

    Sevilen güzeldir

    Kimin bir güzele gönlü düşmüşse,
    Rahatı bozulur, başkası gelse,
    (Al, yüz lale) dense, âşık bülbüle,
    Hiçbirini değişmez asla bir güle.

    Secde-i sehv yaparken

    0 yorum

    Sual: S. Ebediyye’de (Secde-i sehv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturur ve namazı tamamlar. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehv yapmak caizdir) denildiği hâlde, Tam İlmihâl’i bilen biri, (Bu yanlıştır, iki tarafa selam verdikten sonra, secde-i sehv yapmak mekruhtur) diyor. İki tarafa da selam vermenin, caiz olduğunu bildiren kavle niye itiraz edilir?
    CEVAP
    (Bir kavle göre öyle yapılması da caiz) demediğine göre, muhalefet için yaptığı anlaşılıyor. Din kitaplarında deniyor ki:

    Secde-i sehv, iki tarafa veya bir tarafa selamdan sonra yapılır. Hidaye şerhinde diyor ki: Şemsül-Eimme, secde-i sehv, iki selamdan sonra yapılır. Esah olan kavil budur. Çünkü bu kavil, Hazret-i Ömer ve İbni Mesud ve Cumhur-u ulemanın kavli olup, bu durumda Resulullah’a yakın olan sahabeyi kiramın rivayetini almak en doğru olanıdır. Diğer rivayet ise, Âişe validemiz ile Sehl bin Sa'd’dandır. İkisi de, ikinci selamı işitmemiş olabilir. Çünkü Resulullah ikinci selamı birinciye göre daha hafif sesle verirdi. İkinci kavil İmam-ı Muhammed’e, birinci kavil de İmam a'zam ile İmam-ı Ebu Yusuf’a aittir. Tercih edilen kavil, münferid için sehv secde, iki yana selamdan sonradır. İmam için bir yana selamdan sonradır. Çünkü imam, iki tarafa selam verirse, namaz bitti sanarak bazıları namaza aykırı bir şey yapar. (Dürer ve Gurer)

    Kimi âlimler, (Secde-i sehv birinci selamdan sonra yapılır) demişler, kimileri de, (İki selamdan da sonra yapılır) demişlerdir. Hidaye sahibi de bu kavlin sahih olduğuna hükmetmiştir. (Halebî)

    Sehiv secdeleri iki selamla yapmak da caizdir. (Hindiyye)

    Bir tarafa selam verilir. İki tarafa selam verilirse, secde-i sehiv sakıt olur. Hiç selam vermeden de, secde etmek caiz, fakat tenzihen mekruhtur. (Dürr-ül muhtar)

    Secde-i sehiv için, bir selam verilmesi tercih edilmiştir. Bir kimse, iki tarafına selam verirse, artık secde-i sehv sakıt olur. Hiç selam vermeden, secde ederse de caiz, fakat tenzihen mekruh olur. (Redd-ül muhtar)
    Secde-i sehvi, iki tarafa selam verdikten sonra yapmak câizdir. Ama sağ tarafa selam verdikten sonra yapılması daha doğrudur. Hidaye’de diyor ki: Secde-i sehv iki tarafa selam verdikten sonra yapılır. (Tergib-üs-salat)

    Yalnız kılan, bir veya iki tarafa selam verebilir. (Riyad-ün-nâsihîn)
    Bu konudaki ihtilâf hangisinin evlâ olduğundadır, yoksa her iki şekil de caizdir. (Mecmua-i Zühdiyye)

    Fenâ; fâni olmak yani yok olmak

    0 yorum

    Sual: Fâni olmak ve fenâ ne demektir?
    CEVAP
    Fenâ; fâni olmak yani yok olmak demektir. Yani kendisinde hiçbir varlık görmemesi, yok olduğu zatın emrini, isteğini kendisine tercih etmesi demektir. Yani (Ben yokum, sadece o var) diyebilmek ve buna göre yaşayabilmektir.

    Fenâ-fil-ihvan: Doğru yoldaki mümin kardeşlerinde fâni olmaktır. Onları çok sever. Her hususta onları kendine tercih eder, malını ve canını ondan esirgemez. Maddî bir ihtiyacı olduğunda kendi ihtiyacını hiç düşünmeden yardım eder. Özür dileyince, kendisi haklı olsa bile özrünü kabul eder. Onlara karşı vefalı olur, kusuru var diye terk etmez, kesinlikle bir menfaat veya hizmet beklemez, aksine onlara hizmet etmek için arkadaşlık yapar. Din kardeşlerinde fâni olmadan, fena-fiş-şeyhe kavuşulmaz.

    Fenâ-fiş-şeyh: İnsanın, dinini öğrendiği hocasını çok severek onda fâni olmasıdır. Bunun için de, her hususta onun arzu ve isteklerine tâbi olması, iradesini, isteğini onun eline bırakması, ölü yıkayıcının elindeki ölü gibi olması, aklına zıt gelse de, ona muhalefet etmemesi gerekir. Bu olmadan, fena-fir-resule kavuşulamaz.

    Fenâ-fir-resul: Resulullah'ı çok sevmek ve onda fâni olmaktır. Malından ve canından daha çok sevmesi gerekir. Bu sevgisinin alameti, sünnetleri yapıp mekruhlardan kaçınmaktır. Bir mümin, bütün bunlara tâbi olduktan sonra, mubahlarda da ne kadar Ona uyarsa, o derece kâmil ve olgun bir Müslüman olur. Allahü teâlâya, o derece yakın, yani sevgili olur. Bu olmadan, fena-fillah makamına kavuşulmaz.

    Fenâ-fillah: Allahü teâlâyı her şeyden, canından, malından çok sevmektir, kalbden mâsivâyı yani Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarmak, tek arzusunun Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmasıdır. Kalbden mâsivâ çıkınca, oraya marifetullah girer. Marifetullah, Allahü teâlâyı tanımaktır. İnsan bu dereceye kavuşunca, ömrü boyunca, kalbi Allahü teâlâdan başka şeyleri hatırlamak istese bile hatırlayamaz.

    Bekâ-billah: Allahü teâlânın kulunu sevmesi demektir.

    Fenâ-yı kalb: Yaratılmışların varlığını, sevgisini kalbden çıkarmak, kalbin Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi bilmemesi ve sevmemesi, unutmasıdır.

    Fenâ-yı nefs: İnsanın kendine ve başkalarına bağlılığının kalmaması, benliğini unutup, bırakması, yani Allahü teâlâdan başka hiçbir şeyi sevmemesidir.

    Radyo İslam Canlı Dinle

    Etiketler: 0 yorum







    Radyo İslam

    Diyanet Radyo Canlı Dinle

    Etiketler: 0 yorum









    Diyanet Radyo

    Dost Fm Canlı Dinle

    Etiketler: 0 yorum





    Dost FM