Son Konular

  • Şeytana saygı mı?

    0 yorum

    Sual: Bir ateist, (Şeytan, hiçbir menfaat beklemeden, insanların cehennemlik olmaları için çalışıyor. Bu, bir özveridir, saygıya layıktır. Şeytana tapanlar haklıdır. Kötülenmesi, lanetlenmesi yanlıştır) diyor. İnsanları Cehenneme sürüklemeye çalışan lanetli biri, nasıl saygıya layık olur?
    CEVAP
    Şeytan, bu şeytanlığını, birkaç sebepten yapıyor:

    1- Lanetlenmesine ilk insan Âdem aleyhisselam sebep olduğu için, Âdemoğullarından intikam almak istiyor. Günahları cazip göstererek onları suça teşvik ediyor.

    2- İnsanlar Cehenneme girmese, orada kendisi arkadaşsız kalacaktır. Kendine arkadaş bulmak için insanları kandırmaya çalışıyor.

    3- Şeytan sadisttir. Sadist, başkalarına acı çektirmekten zevk duyan zâlim demektir. Bu sadistlik bazı insanlarda da bulunur. Mesela, Roma’yı ateşe veren, sonra da yüksek bir yerden yanmasını zevkle seyreden faşist diktatör Neron bir sadist idi. Bunların menfaati, o duydukları zevktir. Böyle birine (Menfaatsiz iş yapıyorsun) diye saygı duyulur mu?

    Ücretsiz zina yapan birine, (Bu işi menfaatsiz yaptığı için takdire layıktır) denir mi? Onun menfaati zinadan zevk almasıdır. Menfaat hep para, mal olmaz. İnsan zevk aldığı şeyi yaparken kimseden ücret istemez, hattâ zevkini tatmin için para da verir.

    Başkalarını kandırmaktan zevk duyan birine, (Ücretsiz kandırıyor) diye saygı duyulur mu?
    Birinin ayakkabısını saklayıp onu aratmaktan zevk duyana, ücretsiz yaptığı için saygı duyulur mu?
    (Ücretsiz sadistlik yapıyor, özveride bulunuyor) diyerek şeytana saygı duymak veya ona tapmak kadar yanlış başka bir şey olur mu?

    İki dinli olmak
    Sual: Gazetenin birinde, (Bir papaz, kelime-i şehadet getirdi, Hristiyanlığın yanında Müslüman da oldu) diye bir haber çıktı. (Hristiyanlar da Cennete girecek) diyen bazı Müslümanlar, Hristiyan da olmuşlar. Böyle iki dinli olmak daha mı garanti oluyor?
    CEVAP
    Garanti olmaz, aksine Müslüman olan kimse, başka dini de kabul ederse, kâfir olur. Çünkü iki zıt şey bir arada bulunmaz. Hakla bâtıl birleşmez. Sütle idrar karışırsa, idrara bir zararı olmasa da süt, temizliğini kaybeder. Hristiyan, birkaç dine girse de onun gâvurluğuna bir zarar gelmez. Ama bir Müslüman, Hristiyanlığı veya Yahudiliği kabul ederse kâfir olur. İki dinli Müslüman olmaz.

    Bir Hristiyanın Müslüman olabilmesi için, kelime-i şehadet getirmekle birlikte, bâtıl dininden uzak olması da şarttır. Uzak kalmadıkça İslâmiyet'e girmiş olmaz. (İbni Âbidin)

    İmam-ı Rabbânî hazretleri de buyuruyor ki:
    İki dinli olan kimse müşriktir, Müslüman değildir, çünkü İslam ve küfür birbirinin zıddıdır. Birini kabul etmek, diğerini inkâr etmek demektir. Küfürden uzak durmak, kaçınmak şarttır. (3/40)

    Ufukta
    Ecel denilen gerçek, dalgalanır ufukta,
    Vakitsiz çıkıp gelir, karanlıkta, şafakta.

    Saptıran, Allah mı?

    0 yorum

    Sual: Kur’an meali okuyorum, Al-i İmran sûresinin 8. âyetinde, (Rabbimiz kalblerimizi saptırma) ve İbrahim sûresinin 4. âyetinde ise, (Allah, dilediğini hidayete kavuşturur, dilediğini sapıklıkta bırakır) deniyor. Allah insanın kalbini saptırır mı da, böyle dua ediliyor? Allah insanı sapıklıkta bırakır mı? Meallerde mi yanlışlık var, yoksa benim bilmediğim bir husus mu var?
    CEVAP
    Meallerden din öğrenilmez. İşte böyle yanlış anlamalara sebep olur. 72 sapık fırka, Kur'an-ı kerimi yanlış anladıkları için sapıtmışlardır. Onun için mezhebimizin âlimlerinin bildirdiği bilgileri esas almalıdır. Allahü teâlâ kimseyi saptırmaz ve sapıklıkta bırakmaz. Hâşâ öyle olsa, âhirette, o kişi, (Yâ Rabbî, beni saptıran sensin, beni niye sapık diye suçluyorsun) demez mi? Bu, kaza kader meselesidir. İnsanlara irade-i cüz’iyye vermiştir. Herkes kendi arzusuyla sevab veya günah işler. İşlediğimiz günahları Allah'a yüklemek yanlış olur. Dinimizi, nakli esas alan ilmihal kitaplarından öğrenmeliyiz.

    “Doğal âfet şehidi”
    Sual: (Doğal âfet şehidi) deniyor. Böyle bir şey var mıdır?
    CEVAP
    Kim, nerede, nasıl ölürse ölsün, Müslüman değilse şehit olmaz. Gayrimüslim ise, zulmen de öldürülse şehit olmaz. İmanı varsa, yani itikadı düzgün bir Müslümansa, günahları çok olsa da, savaşta ölsün, anarşide ölsün, görevde ölsün, kanser gibi hastalıklardan ölsün, şehit olur. Doğal âfetler sebebiyle, mesela depremde, yangında, sel felaketinde, çığ altında kalmakla, yıldırım düşmekle, tsunamide, denizde ölmüş olsa yine şehit olur. Bunlara (doğal âfet şehidi) denmez. Dense de, şehitliklerine zarar gelmez. Fakat içkiden çatlayıp ölene, meyhane şehidi veya sosyalizm uğrunda ölene, devrim şehidi demek yanlış olur, çünkü şehitlik İslâmî bir tabirdir.

    Çorapla yatmak
    Sual: (Çorapla yatmak caiz değil) deniyor. Caizse, delili nedir?
    CEVAP
    Çorapla yatmanın dinen hiçbir mahzuru yoktur. Caiz olan, mubah olan şeylerin delili olmaz. Haram olan, mekruh olan, yasak olan şeylerin delili olur. Muz yemek caiz mi diye sorulsa, caiz diye cevap verilse, delil aranmaz. Haram denirse, delilini göstermek gerekir.

    Dinimizde niyetin önemi büyüktür

    0 yorum

    Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

    Allah rızası için çalışmak ibadettir. Büyük zatlar, (Allah bes, baki heves) buyuruyorlar. Yani Allah için olanlar makbul, Allah için olmayanlar hevestir. Heves, hayvanda da olur, insana mahsus değildir.

    Niyet, her şeyden önemlidir. Peygamber efendimiz, (Muteber olan sondur) ve (Bütün ameller niyete bağlıdır) buyuruyor. Eğer bir insanın niyeti, hedefi ve gayesi, Allahü teâlânın rızasını kazanmak ve Onun kullarına iyilik olursa, yaptığı her şey, günah olmadıkça, mubah da olsa ibadettir. Eğer Allahü teâlânın rızasını kazanmak hatırına gelmezse, seksen sene hac yapsa, cihad etse hiç faydası olmaz.

    O hâlde, gerek ibadet yaparken, gerekse dinimize hizmet ederken, niyetimizi düzeltmeliyiz. Hedefimiz, gayemiz, yalnız Allahü teâlânın rızasını kazanmak olmalıdır. Servet ve şöhret için yapılanların hepsi boştur.
    Bir savaş esnasında, Eshab-ı kiram, pehlivan ve önüne geleni yıkan birini Peygamber efendimize gösterip, (Yâ Resulallah, nasıl cihad ediyor, nasıl kahramanlık gösteriyor. Ne mübarek zat!) derler. Peygamber efendimiz, (Bu Müslüman değil, cihad da etmiyor, bunun gayesi Allahü teâlânın rızası değil) buyurur. (Aman yâ Resulallah, o bizimle beraber müşriklere karşı savaşıyor) dediklerinde, (Gidin bakın!) buyurur.

    O kimse bir kılıç darbesi alıp, yere yıkılır. Yanına biri yardım etmek için gidip, (Ne mübarek zatsın, Allah ve Resulü için ne güzel cihad ettin, kaç tane müşriki öldürdün) der. (Ben cihad falan bilmem, ben Allah’a da, Peygambere de inanmıyorum) diye cevap verir. (Ama sen bizimle beraber burada cihad ediyorsun) denince de, (Bu Mekkeliler Medine’ye girerse benim hurmalıklarımı elimden alırlar. Ben sadece hurmalıklarımı kurtarmayı düşünüyorum) der. Resulullah efendimizi ve Eshab-ı kiramı görmüş olduğu, onlarla beraber mücadele ettiği hâlde, iman etmemiştir ve niyetinde hurmalık vardır. O bakımdan büyüklerimiz hep, (Yâ Rabbî, niyetlerimizi ıslah eyle, amellerimizi salih eyle!) diye dua ederlerdi.

    İki istikameti olan bir istasyondayız

    0 yorum

    Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

    Allahü teâlâ, bizleri yaratmadan önce Cenneti ve Cehennemi yarattı. İkisini de dolduracağını takdir buyurdu. Âdem aleyhisselamdan kıyamete kadar, razı olduğu yolda yürüyenleri, bu yolda olanları ve onlara tâbi olanları Cennete koyacağını bildirdi. Allahü teâlânın gazabına düçar olanlar, şeytanlar ve onlara tâbi olanlar da, Cehenneme gideceklerdir. Demek ki bizler, Cennet ve Cehennem olmak üzere, iki istikameti olan bir istasyonda bulunuyoruz ve bütün insanlar bu iki yerden birine yolcudurlar.

    Allahü teâlâ, iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırabilmek için insana akıl verdi. Bu akla rehber olarak da, peygamberler ve kitaplar gönderdi. Cennete ancak, rehber olan Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi olarak girebiliriz. Âhirette gidilecek üçüncü bir yer yoktur. Yani her insan, ya Cehenneme veya Cennete gider. Dünya sonsuz kalınacak yer değildir. Buradan âhirete gidilir ve orada asıl hayat, ebedî hayat başlar.

    Dünya üç gündür: Dün, bugün, yarın. Dün geçti, geri getirmek mümkün değildir. Yarının da gelme ihtimalini bilemeyiz. O hâlde bugünü iyi değerlendirmek gerekir. Günler geçiyor, ömür sermayesi bitiyor. Ya ömür sermayesini iyi kullanır, kâra geçeriz veya en azından sermayeyi kurtarır, yani imanla ölürüz. Yahut bu ömür sermayesini zayi eder, imanı kaybederiz.

    Merhum hocamız, (İman etmeyi gerektiren delil çoktur) buyururdu. Bir insanın kendisine bakması yeterlidir. İnsan doğar doğmaz, her organı mükemmel bir şekilde görevini yapıyor. Organ naklinde dahi, cansız bir et parçası olarak duran bir böbrek, yerine takılır takılmaz, hemen çalışmaya başlıyor. Vücut içinde birçok mükemmel işler oluyor, ama bunlardan insan habersizdir. Cenab-ı Hakk'ın kudretine bakın ki, bir insanın vücudunda, dünyayı üç dört defa dolaşacak kadar, kılcal damar yaratmış. Vücudumuzun her tarafı damardır. Çünkü damar demek kan demektir, kan demek hayat demektir. Bir kılcal damarımız, kısa bir zaman tıkansa felç olabiliriz. O damarları çalıştıran Rabbimizdir.

    Velhâsıl, Allahü teâlânın varlığını anlamak için insanın kendine bakması, yaratılışındaki mükemmellikleri, o yüce kudreti düşünmesi yeterlidir. Kendinden haberi olmayan, Rabbini nasıl bilsin? (Kendini bilen, Rabbini bilir) hadis-i şerifi, bunu bildiriyor.

    Hayız ilmini öğrenirken

    0 yorum

    Sual: Mezhebin önemini bilmeyen bir genç şöyle diyor:
    (Ben hayız ve nifas bilgileri üzerinde bir çalışma yaptım. Gerçek o ki, bu çalışmayı yaparken bütün mezhepleri inceledim. Mezhepler birbirinden farklıdır. Hattâ bir mezhep içindeki âlimlerin sözleri de farklıdır. Peygamberimiz bir olduğu hâlde, niye tek bir hüküm yok? Hadisler de bu kadar net iken, mezhepler arası ictihad farkını anlamam mümkün değildir. Ben bu çalışmayla mezhepleri tek noktada topladım. Mezhepler göl ise, İslamiyet denizdir. Ben denize ulaştım, göle ihtiyacım yoktur. Belki, o zaman tıp gelişmediği için böyle farklı mezhepler meydana çıkmıştır. Ama bugünkü tıpta her şey nettir. Farklı görüşe ihtiyaç kalmamıştır.)
    Bu gencin hayız ve nifasla ilgili bilgilerine güvenebilir miyiz?
    CEVAP
    Asla güvenilmez. Önce şunu söyleyelim. Herkes ihtisas sahasında konuşabilir. Bir hukukçunun tıp ilmine karışması, tıp uzmanının hukukî işlere karışması çok yanlış olur. Midesinde ülser, yara olan birinin ağrısı şiddetlense, ağrı dindirici bir ilaç vermek gerekir. Biri, ağrı dindirici olarak aspirini bilse, ağrının tez dinmesi için birkaç aspirin verir. Aspirin ağrısını daha da artırır. (Doktor insansa, ben de insanım) diyerek, aklına göre ilaç vermeye veya ameliyat yapmaya kalkmak, çok yanlış bir şey olur. Dinde ihtisası olmayan bir kimsenin de, din hakkında fetva vermeye kalkışması bir cinayet olur. Öte yandan bir kimsenin dinde ihtisası ne kadar çok olursa olsun, mezhepleri birleştirmeye hakkı yoktur. Hattâ dört mezhebin hükümlerinden istediklerini almaya yetkisi de yoktur. Çünkü tıpta ihtisası olmayan biri, göz ameliyatı yapsa kişinin gözünü kör edebilir, kalb ameliyatı yapsa kişiyi öldürebilir. Ama dinde yanlış fetva veren, kendini de, başkasını da küfre sokabilir. Din uzmanı olsa bile, bu gencin yaptığı yanlıştır. Çünkü tarihte olduğu gibi, günümüzde de, hiçbir ilahiyatçının, mezhepleri birleştirmeye, birinin doğru, ötekilerinin yanlış olduğunu söylemeye hakkı ve yetkisi yoktur.
    Mezhepleri Peygamber efendimiz emrediyor. Uzman din adamlarının yani müctehid âlimlerin farklı ictihadlarının rahmet olduğunu bildiriyor. (Mezhepler kalksın, tek mezhep, tek görüş olsun) demek bu rahmete mâni olmak demektir.

    İkinci bir husus, Peygamber efendimiz, rahmet olması için kendisi de farklı hükümler bildirmiştir. İşte bu farklılıktan dolayı mezhepler meydana çıkmıştır. Mesela deriden kan çıkması, Hanefî mezhebinde abdesti bozarken, diğer üç mezhepte bozmaz. Karşı cinse dokunmak Şâfiî'de abdesti bozarken Hanefî'de ve Mâlikî'de bozmaz. Bunun gibi mezhepler arasında çok farklar vardır. Bunlar tek hükme indirilemez. İndirilmesi bid’at ve mezhepsizlik olur.

    Hayız konusu çok önemlidir. Mezhep âlimlerinin ictihadları farklıdır. Mesela Hanefî mezhebindeki âlimler, (Hayız 10 günü aşamaz, 10 günden sonra gelen kanlar hayız olmaz, özür olur) buyururken, Şâfiî ve Mâlikî âlimleri, (Hayız 15 günü aşamaz, 15 günden sonra gelen kanlar hayız olmaz, özür olur) buyuruyorlar. Daha birçok farklar vardır. Bunları tek hükme nasıl indirebiliriz ki?

    Haddini bilmez bu genç, (Ben hadislere baktım. Hiçbir mezhebe uymadım) diyor. Mezhebdeki âlimler, o hadisleri bilmiyorlar mıydı? Bir de bu genç, hadisleri nereden öğrendi ki? Tercümelerden öğrenmiş olabilir. Tercümelerin doğru olduğunu nasıl temin eder? (Kendim yıllarca Arapça tahsil ettim) dese de, yine dil bilmekle din öğrenilmiş olamaz. Vehhabilerin ana dili Arapça olmasına rağmen, âyetlere yanlış mânâ verdikleri için, küfre girdiklerini İslâm âlimleri açıklıyor. Bu gencin, boyundan büyük işlere girişmesi affedilir cinsten değildir. Tevbe ettikten sonra, hazırladığı kitabı derhal imha etmelidir.

    Âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler, anayasanın hükümleri gibidir. Anayasaya göre herkes hareket edebilir mi? Hukukçular bile farklı anlıyor. Müctehid olmayanın âyet ve hadis hakkında görüş beyan etmesi, hukukçu olmayanın anayasa hakkında görüş beyan etmesinden daha çok yanlış olur. Günümüzde ise müctehid yoktur. İslam âlimleri, bunu asırlar önce bildirmiştir.

    Demek bu genç, (İctihad, ictihadla nakzedilmez) Mecelle hükmünü bilmiyor. Bilse, mezheplerin farklı hükümlerine itiraz etmez. Diyelim ki bu genç, İmam-ı a'zam gibi büyük bir âlim olsaydı, bunun verdiği fetvalar, diğer mezhep hükümlerini geçersiz hâle getiremezdi. Sadece kendi ictihadını bildirebilirdi. Şu hâlde, herkes, sadece kendi mezhebindeki hayız bilgileriyle amel etmeli, mezhep dışı görüşlere asla itibar etmemelidir.

    Kâfirlerin iyilikleri ne olacak?

    0 yorum

    Sual: Kur’anda, (Zerre kadar hayır işleyen sevabını, zerre kadar şer işleyen de cezasını görür) denirken, Müslüman-kâfir, salih-fâsık ayrımı yapılmıyor. Bu ayrımı yapmak gerekir mi?
    CEVAP
    Elbette, gerekir. Yapılan iyilik ve ibadetlere sevab alabilmek için, imanlı olmak şarttır, çünkü imansızın ameli makbul değildir. İmanın da düzgün yani Ehl-i sünnet itikadında olması şarttır. Bid’at ehli, âhirette, yaptığı ibadetlere, hayır hasenata sevab alamaz. Fâsık Müslümanlar yani itikadı Ehl-i sünnet olup da, günahkâr olanlar, kâfirler gibi değildir, ancak onların günahları sevablarından çok olursa onlar da zarara uğrayanlardan olurlar. Sevabları çok olursa Cennete giderler.

    Bir avukatın, (Bana niçin doktorluk yaptırmıyorlar?) demesi, bir doktorun da, (Bana niçin avukatlık yaptırmıyorlar. Böyle adalet olmaz) demesi normal midir? Birçok ülke, pasaportu olmayan kimseyi geri çeviriyor, ülkesine koymuyor. Pasaportsuz birinin, (Herkes gidiyor, beni niye koymuyorlar? Bu ne adaletsizlik) demesi elbette yanlıştır. İman pasaportu olmayan, ne iyilik yaparsa yapsın Cennete giremez. Dinin sahibi Allahü teâlâdır. Kuralı koyan Odur. Birkaç âyet-i kerime meali:

    (Kâfirlerin faydalı işleri fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu küller gibidir. Âhirette o işlerin hiç faydası olmaz.) [İbrahim 18]

    (De ki: En çok ziyana uğrayanlar, dünya hayatında iyi işler yaptıklarını sandıkları hâlde, çabaları boşa gidenlerdir. İşte onlar, Rablerinin âyetlerini ve Ona kavuşmayı [dirilmeyi, hesabı, ceza ve mükâfatı] inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa giden kimselerdir. Onlar için, Kıyamet günü, hiçbir terazi tutmayız. [İyilikleriyle kötülüklerini ölçmeyiz, çünkü amelleri boşa gitmiştir, tartıya girecek makbul şeyleri kalmamıştır.]) [Kehf 103, 104, 105]

    (Kâfirlerin iyi işleri engin çöllerde görünen seraba benzer. Susayan kimse onu uzaktan su sanır, ama yanına varınca, umduğunu bulamaz.) [Nur 39]

    Allahü teâlânın nimetleri, iyilikleri, her an insanların iyisine, kötüsüne, kâfir-Müslüman herkese gelmektedir. Herkese mal, evlat, rızık, selamet ve her iyiliği ayrım yapmadan göndermektedir. Çalışanın emeğini zayi etmiyor. Mal ve evlat sahibi çok kâfir vardır. Kâfirlere, yaptıkları iyiliklerin karşılığı sadece dünyada verilmektedir.

    Hareke hatası bozmaz
    Sual: Namazda (Ya eyyühellezine âmenüsteınü) âyetini, âmenisteınü diye okudum. Yani ötre değil de esre olarak ü yerine i okudum. Namazım bozulmuş oldu mu?
    CEVAP
    Buradaki hareke hatası namazı bozmaz. Buna i’rab hatası deniyor. [İ’rab, kelime ve fiillerin sonunda bulunan harf veya harekelerin değişmesini ve sebeplerini öğreten ilimdir.]
    Yanlışlık yapmamak için, namazda, en iyi bildiğimiz sûreyi okumalıdır.

    Ayrım yapmak gerekmez mi?

    0 yorum

    Sual: Anamla babam, diğer çocuklarına verdikleri özgürlüğü bana vermiyorlar, tarafsız davranmıyorlar. Taraflı olmaları yanlış değil midir? (Tarafsız yazar) veya (Tarafsız gazete) diye övülüyor. Taraflı, yani bir grubun yandaşı olanlar kötüleniyor. Ayrım yapmanın, tarafsız davranmanın dindeki hükmü nedir?

    CEVAP
    Tarafsız davranmak gerektiği yerler varsa da, genelde iyinin, doğrunun yanında olmak yani doğrunun tarafında olmak gerektiğini gösteren örnekler çoktur. Doğru ile yanlış varsa, insan doğrunun tarafında olur. (Ben tarafsızım) diye doğrudan uzak kalmak, doğruya düşman olmak, (Ayrım yapılmaz) demek çok yanlıştır. İyi ile kötü, suçlu ile suçsuz, acı ile tatlı, soğukla sıcak ayrımı elbette yapılır. Dostla düşman, müminle kâfir ayrımı yapılır. Yapılmazsa, kim iyi, kim kötü bilinemez.

    Hiç kimse tarafsız olamaz. Bir kimseyi tarafsız davranmaya zorlamak yanlıştır. İyinin yanında olmak, kötünün karşısında olmak, yanlış değildir. Ülkenin, milletin menfaati nerede ise, o tarafta olmak gerekir. Hakkın, doğrunun, iyinin yanında olanı taraf tutmakla suçlamak doğru olmaz. Yapıcıya göre doğru ve iyi olan bir şey, yıkıcıya göre, yanlış ve kötüdür. Bunun için de doğrunun, iyinin yanında bulunan kimse, tarafsız olmamakla suçlanamaz.

    Her işte tarafsız olmak çok kötüdür. Hak neredeyse, ülkenin, milletin menfaati neredeyse, o tarafta olmalı.
    Bir de, ısrarla tarafsızlıktan bahsedenler, kendileri asla tarafsız davranmazlar. Tarafsız olmayı da istemezler. Ancak başkaları, kendilerine muhalif olmasın da, hiç olmazsa tarafsız olsunlar diye, tarafsızlığı savunurlar.
    Bunlara göre, iyiye iyi, kötüye kötü demek, tarafsızlığa gölge düşürür. Hâlbuki iyiye iyi, kötüye kötü dememek sûretiyle doğruyu örten bir tarafsızlık, ne kadar kötüdür! Tarafsıza oynadığı hâlde kötülerin tarafında olmak çok çirkindir. Bunun için, (Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!) buyurulmuştur. Bukalemun gibi, ortama uyarak rengini gizlemek çirkindir.

    Hakkın, doğrunun, iyinin tarafında olmalı ve tarafsız olmaktan veya tarafsız görünmekten kaçınmalı. Birkaç örnek verelim:

    1- Trafik kazasında bir kadın ölüyor. Tarafsız, bacakları görünecek şekilde resmini çekiyor. Taraflı olan da, açık yerlerini kapatıp çekiyor. Taraflı, olaya müdahale ettiği için tarafsızlığını kaybediyorsa da uygun iş yapıyor.
    2- Çeteciler, birçok masum vatandaşı öldürüyor. Bu durumda, çetelerin moralini bozmak ve daha fazla insan öldürmemeleri için, hiçbir kuvvet gelmese de, (Filan çeteye karşı en yeni silahlarla mücehhez büyük ve kuvvetli bir birlik gönderildi) demek tarafsızlığa aykırıysa da, memleketin, milletin menfaatine yaradığı için uygun bir haberdir. Moral bozucu haberleri vermemek tarafsızlığa aykırıysa da, milletin yararına olduğu için uygundur.
    3- Düşmanla savaşırken, soba boruları veya kütükler, ağır birer top gibi gösterilse, bir kimse de, tarafsız olmak için, onların boru veya kütük olduğunu, gidip düşmana açıklasa, bu tarafsızlığa ihanet olmaz mı? Bunun için, (İyiliğe sebep olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan iyidir) denmiştir. Tarafsızlık memleketin zararına sebep olursa, zararlı işi yapmak, akıl kârı mıdır?
    4- Biri, birinin hanımına zina etmek için gelse, hanımın kocası, (Ben karışmam ne yaparsanız yapın) diyerek gelen adama ses çıkarmasa, uygun bir tarafsızlık olur mu?
    5- Bir Müslüman, dînî bir kitap yazıyor. Her dinden bahsediyor. (Yalnız İslamiyet haktır, diğerleri bâtıldır) diyerek tarafını belli etmesi gerekirken, tarafsız olmak için, hiçbirine bâtıl, yanlış demezse, böyle renksiz olmanın topluma ne faydası olur ki?
    6- Bir şiir antolojisi hazırlanırken, tarafsız olmak için, iyi kötü her görüşten şiirler alınsa, böyle tarafsızlık zararlıdır. Sadece iyileri alınarak taraflı olmalı.
    7- İbrahim aleyhisselam ateşe atılırken, karınca, ateşi söndürmek için ağzıyla su taşıyor. (Bu suyla ateş söner mi?) diyorlar. (Sönmese de, ben tarafımı belli etmeliyim, kimden yana olduğumu göstermeliyim) diyor. 60-70 yıl önce, milletin çoğunluğu Adnan Menderes'in tarafındaydı, oylarıyla bunu belli etmişlerdi. İhtilali yapanlar, halktan korkuyorlardı, fakat idam edileceği zaman, halk tarafsız gibi davranıp hiçbir tepki göstermeyince, en azından bir yürüyüş bile yapmayınca, Menderes tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, nemelazımcılığın, korkaklığın kurbanı oldu.

    Demek ki, olaylarda tarafsız değil, doğrunun, iyinin tarafında olmak gerekir.
    Ana baba, bir evladını diğerinden ayırmaz, ayırıyorsa demek biri iyi, diğeri kötüdür. Fâsık evlatla, salih olan bir tutulmaz. Söz dinlemeyen evlatla, söz dinleyen evlat, bir tutulmaz. Ana babanızın, farklı davranmasının bir sebebi olabilir. Sebepsiz ayrım yapmazlar. Belki de haklı bir sebepleri vardır. Bu sebepler bilinmeden, kesin bir şey söylenmez.