Son Konular

  • Ayrım yapmak gerekmez mi?

    0 yorum

    Sual: Anamla babam, diğer çocuklarına verdikleri özgürlüğü bana vermiyorlar, tarafsız davranmıyorlar. Taraflı olmaları yanlış değil midir? (Tarafsız yazar) veya (Tarafsız gazete) diye övülüyor. Taraflı, yani bir grubun yandaşı olanlar kötüleniyor. Ayrım yapmanın, tarafsız davranmanın dindeki hükmü nedir?

    CEVAP
    Tarafsız davranmak gerektiği yerler varsa da, genelde iyinin, doğrunun yanında olmak yani doğrunun tarafında olmak gerektiğini gösteren örnekler çoktur. Doğru ile yanlış varsa, insan doğrunun tarafında olur. (Ben tarafsızım) diye doğrudan uzak kalmak, doğruya düşman olmak, (Ayrım yapılmaz) demek çok yanlıştır. İyi ile kötü, suçlu ile suçsuz, acı ile tatlı, soğukla sıcak ayrımı elbette yapılır. Dostla düşman, müminle kâfir ayrımı yapılır. Yapılmazsa, kim iyi, kim kötü bilinemez.

    Hiç kimse tarafsız olamaz. Bir kimseyi tarafsız davranmaya zorlamak yanlıştır. İyinin yanında olmak, kötünün karşısında olmak, yanlış değildir. Ülkenin, milletin menfaati nerede ise, o tarafta olmak gerekir. Hakkın, doğrunun, iyinin yanında olanı taraf tutmakla suçlamak doğru olmaz. Yapıcıya göre doğru ve iyi olan bir şey, yıkıcıya göre, yanlış ve kötüdür. Bunun için de doğrunun, iyinin yanında bulunan kimse, tarafsız olmamakla suçlanamaz.

    Her işte tarafsız olmak çok kötüdür. Hak neredeyse, ülkenin, milletin menfaati neredeyse, o tarafta olmalı.
    Bir de, ısrarla tarafsızlıktan bahsedenler, kendileri asla tarafsız davranmazlar. Tarafsız olmayı da istemezler. Ancak başkaları, kendilerine muhalif olmasın da, hiç olmazsa tarafsız olsunlar diye, tarafsızlığı savunurlar.
    Bunlara göre, iyiye iyi, kötüye kötü demek, tarafsızlığa gölge düşürür. Hâlbuki iyiye iyi, kötüye kötü dememek sûretiyle doğruyu örten bir tarafsızlık, ne kadar kötüdür! Tarafsıza oynadığı hâlde kötülerin tarafında olmak çok çirkindir. Bunun için, (Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!) buyurulmuştur. Bukalemun gibi, ortama uyarak rengini gizlemek çirkindir.

    Hakkın, doğrunun, iyinin tarafında olmalı ve tarafsız olmaktan veya tarafsız görünmekten kaçınmalı. Birkaç örnek verelim:

    1- Trafik kazasında bir kadın ölüyor. Tarafsız, bacakları görünecek şekilde resmini çekiyor. Taraflı olan da, açık yerlerini kapatıp çekiyor. Taraflı, olaya müdahale ettiği için tarafsızlığını kaybediyorsa da uygun iş yapıyor.
    2- Çeteciler, birçok masum vatandaşı öldürüyor. Bu durumda, çetelerin moralini bozmak ve daha fazla insan öldürmemeleri için, hiçbir kuvvet gelmese de, (Filan çeteye karşı en yeni silahlarla mücehhez büyük ve kuvvetli bir birlik gönderildi) demek tarafsızlığa aykırıysa da, memleketin, milletin menfaatine yaradığı için uygun bir haberdir. Moral bozucu haberleri vermemek tarafsızlığa aykırıysa da, milletin yararına olduğu için uygundur.
    3- Düşmanla savaşırken, soba boruları veya kütükler, ağır birer top gibi gösterilse, bir kimse de, tarafsız olmak için, onların boru veya kütük olduğunu, gidip düşmana açıklasa, bu tarafsızlığa ihanet olmaz mı? Bunun için, (İyiliğe sebep olan yalan, fitneye sebep olan doğrudan iyidir) denmiştir. Tarafsızlık memleketin zararına sebep olursa, zararlı işi yapmak, akıl kârı mıdır?
    4- Biri, birinin hanımına zina etmek için gelse, hanımın kocası, (Ben karışmam ne yaparsanız yapın) diyerek gelen adama ses çıkarmasa, uygun bir tarafsızlık olur mu?
    5- Bir Müslüman, dînî bir kitap yazıyor. Her dinden bahsediyor. (Yalnız İslamiyet haktır, diğerleri bâtıldır) diyerek tarafını belli etmesi gerekirken, tarafsız olmak için, hiçbirine bâtıl, yanlış demezse, böyle renksiz olmanın topluma ne faydası olur ki?
    6- Bir şiir antolojisi hazırlanırken, tarafsız olmak için, iyi kötü her görüşten şiirler alınsa, böyle tarafsızlık zararlıdır. Sadece iyileri alınarak taraflı olmalı.
    7- İbrahim aleyhisselam ateşe atılırken, karınca, ateşi söndürmek için ağzıyla su taşıyor. (Bu suyla ateş söner mi?) diyorlar. (Sönmese de, ben tarafımı belli etmeliyim, kimden yana olduğumu göstermeliyim) diyor. 60-70 yıl önce, milletin çoğunluğu Adnan Menderes'in tarafındaydı, oylarıyla bunu belli etmişlerdi. İhtilali yapanlar, halktan korkuyorlardı, fakat idam edileceği zaman, halk tarafsız gibi davranıp hiçbir tepki göstermeyince, en azından bir yürüyüş bile yapmayınca, Menderes tarafsızlığın, renksizliğin, vurdumduymazlığın, nemelazımcılığın, korkaklığın kurbanı oldu.

    Demek ki, olaylarda tarafsız değil, doğrunun, iyinin tarafında olmak gerekir.
    Ana baba, bir evladını diğerinden ayırmaz, ayırıyorsa demek biri iyi, diğeri kötüdür. Fâsık evlatla, salih olan bir tutulmaz. Söz dinlemeyen evlatla, söz dinleyen evlat, bir tutulmaz. Ana babanızın, farklı davranmasının bir sebebi olabilir. Sebepsiz ayrım yapmazlar. Belki de haklı bir sebepleri vardır. Bu sebepler bilinmeden, kesin bir şey söylenmez.

    Dikkat edilecek dört husus

    0 yorum

    Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

    En büyük varlık, en büyük zenginlik, Ehl-i sünnet itikadında olmaktır. İmam-ı Rabbânî hazretleri, (Herkese, her şeyden önce lazım olan, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi inanmak, sonra bu büyüklerin bildirdiği ilmihâl bilgilerini öğrenmektir) buyuruyor. İlmihâl bilgileri, neye nasıl inanacağımızı, neyi, nasıl ve niçin yapacağımızı anlatan bilgilerdir.

    Haram, mekruh, müfsid, farz, vacib, sünnet, müstehab, mubah denilen bu bilgilere ef’âl-i mükellefin denir. Yani her mükellef insanın yapması ve sakınması gereken işlerdir. Bunları hakkıyla yerine getiren, ârif bir kul olur. Bu hususları bildiren büyüklerin yoluna tâbi olan, onların gösterdiği yolda devam eden, onların gittiği yere varır.

    O hâlde, onların gittiği yere varmak için, şu dört hususa dikkat etmelidir:

    1- Ehl-i sünnet itikadına uygun bir iman,
    2- Kendisine lâzım olan ilmihâl bilgilerini doğru kaynaktan öğrenmek,
    3- Öğrendiklerine uygun ihlâsla amel etmek,
    4- Din büyüklerini tanıyıp sevmek ve kendi aklını bırakıp o büyük zatlara tâbi olmak.

    Bunları yerine getiren, onlarla beraber olur, onlarla beraber olan da, onların kavuştuklarına kavuşur.
    Büyüklerin yoluna girmek, uçağa binmeye benzer. Bu uçak, özellikle bizim için kalkmadığı gibi, şahsımıza da ait değildir. Fakat onun gideceği yere, bizim de gidebilmemiz için, bazı şartları, yerine getirmek gerekir. Bilet almak, kalkacağı saatte, kalkacağı yerde hazır olmak, yolcu olduğumuzu tescil ettirip yerimize oturmak, pilotun işine hiç karışmamak gerekir. Yani şartları yerine getirdiğimizde, o uçağın gideceği yere, makam ve mevki sahibi kimselerle, beraber varmak mümkün olur. Allahü teâlânın rızasını kazanmak için, âlim olmak şart değildir. Ehl-i sünnet itikadından sonra, ilmihâl bilgilerini öğrenip emredildiği şekilde yapmakla, Allah'ın izniyle Cennete gitmek mümkün olur.

    Zaman su gibi akıp gidiyor, ömür geçiyor. İyisi de kötüsü de bunu görüyor ve yaşıyor. Dünya hayatı hayâldir. Bu hayâle gönül bağlayanlara, hayâlle avunanlara yazıklar olsun!

    İhtiyara hürmet

    0 yorum

    Sual: Bir ateist, belediye otobüsünde tanıdığı bir ihtiyara yerini veriyor. Bu ateist, daha sonra namaza başlıyor. İhtiyara gidip durumu anlatıyor. İhtiyar da, (Bana yer verince, hidayete kavuşman için gıyaben dua etmiştim. Allahü teâlâ, gıyaben yapılan duaları kabul eder. Demek ki dua kabul oldu, sen de hidayete kavuştun) diyor. Peki, bu ateist gayrimüslim olsaydı, o da dua sayesinde hidayete kavuşur muydu?
    CEVAP
    Gayrimüslim, Müslüman olmayan demektir. Ateist de gayrimüslimdir. Yahudi de, Budist de, dinsiz de gayrimüslimdir.

    Duayı kim alırsa ve dua kabul olursa, o kimse Müslüman olur. Ateist veya başka bir kâfir, üç sebeple hidayete kavuşur:

    1- Allah’ın lütfuyla: Cömert olan veya insanlara iyilik eden yahut başka iyi bir meziyeti olan kâfir, Allah'ın lütfuyla Müslüman olabilir. Bir âyet-i kerime meali:
    (Allah, doğru yola iletmek istediğinin kalbini İslam’a açar.) [Enam 125]

    2- Kendi araştırmasıyla: Hakkı, doğruyu bulmak gayretiyle, bütün dinleri inceler. İslamiyet’in güzelliğine hayran olup Müslüman olur. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğine söz vermiştir. Bir âyet-i kerime meali:
    (Doğru yolu arayanları, saadete ulaştıran yollara kavuştururuz.) [Ankebut 69]

    3- Birinin duasına kavuşmakla: Mesela Hazret-i Ömer, duaya kavuşmakla Müslüman olmuştur. Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Ya Rabbî, bu dini, Ömer’le veya Amr’la [Ebu Cehil’le] kuvvetlendir) diye dua etmişti. Bu saadet Hazret-i Ömer'e nasip oldu. (Tirmizî)

    Yaptığı iyilik sayesinde ihtiyarın duasına kavuşan ateiste de, iman nasip olmuştur. Onun için hep iyilik etmeli ve herkesin duasını almaya çalışmalıdır.

    İşlerin dağınık olması
    Sual: İşlerimizin dağınık olması, çeşitli düşüncelere yol açıyor, sıkıntı veriyor, ibadetlerimizi etkiliyor. Ne yapmalıdır?
    CEVAP
    İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
    Günlük işlerin bozuk ve dağınık olması, kalbin de dağılmasına yol açar. Kalbe gelen üzüntü ve kuruntuyu gidermek için tevbe ve istiğfar okumalıdır! (2/32)

    Demek ki, imkân nispetinde dünya işlerini düzeltmek, dağınıklıktan kurtulmak ve bu gafletten dolayı istiğfara devam etmek gerekiyor. İstiğfar, birçok derdin devasıdır.


    Melek de olsa
    Sual: Mektubat-ı Rabbânî’de şöyle bir beyit var:
    Hakk’ın ve hak adamlarının yardımı olmadan,
    Melek de olsa, kurtulamaz yüz karalığından.
    Melek günahsızdır, yüzü niye kara olsun ki?
    CEVAP
    (Melek) ve (Melek gibi) demek, günahsız, mâsum demektir. Mesela (Bu çocuk melektir) demek, hakiki melek demek değildir, (Melek gibi günahsız) demektir. Yani insan, melek gibi günahsız olsa da, Hakk'ın yardımı ve Hak adamlarının yani mürşid-i kâmillerin himmeti olmazsa, nefsin ve şeytanın saldırısından kurtulamaz. Burada, doğru yolu gösteren bir rehberin önemi vurgulanıyor.

    Evliya zatlar put değildir

    0 yorum

    Sual: Konyalı Vehbi Efendi, Yunus sûresinin 106. âyetinin tefsirinde, evliya zatların türbelerine giderek onlardan yardım istemenin putperestlik olduğunu bildiriyor. Bu zat kimdir?
    CEVAP
    Osmanlı’nın son döneminde, din adamlarından bazısı, padişahın tahtan indirilmesi için fetva vermişler ve dinimize aykırı çok kitap yazmışlardır. Bunlardan biri olan Konyalı Mehmet Vehbi Efendi hakkında Rehber Ansiklopedisi’nde şöyle deniyor:

    1908’de İkinci Meşrutiyet’ten sonra, Konya milletvekili oldu. 1919’da tekrar seçildi. Siyâsî hayatında hep Atatürk’ün yanında kalıp, onun düşüncelerini bütünüyle destekledi. Konya’da bulunan Vehbi Efendi’yi, Atatürk, Ankara’ya çağırıp, onu Şer’iye ve Evkaf Bakanı yaptı. Bu görevde iken 1922’de Resulullah'ın halifesi olan Osmanlı Padişahı Vahideddin Han’ın, hal edilmesine dair fetva verdi. Daha sonra, CHP’den başbakan olan Şemsettin Günaltay’ın tavsiyesiyle Hülâsatül Beyân fî Tefsîril Kur’ân adlı şahsi düşüncelerle dolu tefsirini yazdı. 1949’da Konya’da öldü. (Rehber Ansiklopedisi)

    Vehbi efendiye tefsir yazmayı tavsiye eden Şemsettin Günaltay, dinde reformcu ve mason olan Efganî için, (Şeyh Efgânî, Peygamber kadar şâyân-ı hürmete layıktır. Ona itiraz edenler, Ebu Cehil kadar lânete müstahaktır. Çünkü Peygamberin zamanındaki İslâmlığı yeniden diriltmeye kalkışmıştır) demiştir. Onun zamanında çıkarılan 163. madde, Turgut Özal zamanında 1991’de yürürlükten kaldırılmış, Müslümanlar zulümden kurtulmuştu. Yaptığı bütün icraatlarında, İslâm dinini kendi düşüncelerine göre yenileme fikri Şemsettin Günaltay’ı, İslamiyet’ten tamamen uzaklaştırdı. 1950’de CHP iktidarı kaybedince, onun da başbakanlığı bitti. 1961 genel seçimlerinde CHP İstanbul senatörü seçildiyse de, kanserden öldü. (Rehber Ansiklopedisi)

    S. Ebediyye’de, (Konyalı Vehbi Efendi’nin tefsiri, bir vaaz kitabıdır. Yeni yazılan Türkçe tefsirlerin en kıymetlisi sanılanlarında bile, şahsi düşüncelerden dolayı, okuyanlara zararı, faydasından çok oluyor) deniyor. Vehbi Efendi’nin tefsiri de aynen böyledir.

    Vehbi Efendi, Yunus sûresinin, 106. âyetinin meali olan, (Fayda ve zarar veremeyen şeylere tapma! Eğer böyle yapacak olursan, şüphesiz zalimlerden olursun) ifadesini yazıyor, sonra da, (Fahri Râzi ve Hâzin'in beyanlarına göre, bu âyet-i celile putlara ibadet edip, onlardan yardım isteyenler içindir) diyor. Bunları yazmasına rağmen, şöyle bir yorum getiriyor:

    (Evliyaullahtan zannolunan kimselerin kabirlerinden istimdad etmenin ve onlardan yardım beklemenin yasak olduğuna bu âyet açıktan delâlet eder.)

    Âyette ve açıklamasında, bu âyetin putlara ibadet etmekle ilgili olduğunu bildirdiği hâlde, (Bu âyet, evliya kabirlerini ziyaret etmenin yasak olduğunu gösteriyor) diyebiliyor ve şöyle devam ediyor:

    (Şu hâlde birçok cahilin onların kabirlerini beklemeleri, onlarda tasarruf var zannetmeleri ve onların kabirlerine iltica ederek yalvarmaları, bâtıl itikad ve faydasız yorgunluktan ibarettir. Hattâ bu misilli ölmüş kimselerden istimdad edip onların ianeye iktidarları olduğunu itikad edenlerin ülûhiyeti itikadıyla beraber putperestlik edenlerden farkları olamaz.)

    Evliya türbelerini beklemeyi [türbedarlığı] bile putperestliğe benzetiyor.

    Abdullah ibni Ömer’in “radıyallahü anhüma” rivayet ettiği, (Kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanları kötülemek için delil olarak kullanacaklar) hadis-i şerifi, bir mucize olarak gösteriyor ki, Vehhabiler, müşrikler hakkında inen âyetleri Müslümanlar için, Rafızîler de münafıklar hakkında inen âyetleri Eshab-ı kiramı kötülemek için delil gösteriyorlar. Ehl-i sünnet olanlar, bunların oyunlarına gelmemelidir.
     

    Aklın önemi büyüktür

    0 yorum

    Sual: Bir ateist, (İslam dini, insanı düşünmemeye ve aklını kullanmamaya iter, kitap ne derse ona inanılır. Bu durum ilerlemeye ve bilime engel olur) diyor. Bu bir iftira değil midir?
    CEVAP
    Evet, İslâmiyet'e cahilce bir saldırıdır. Dinimizde aklın, ilmin ve düşünmenin önemi büyüktür. Aklın önemi hakkında birkaç hadis-i şerif:

    (Aklı olmayanın dini de yoktur.) [Tirmizî], (Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemî], (Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhârî], (Akıl imandandır.) [Beyhekî], (Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazâlî]

    İslamiyet, böyle bildirirken, (Akla önem verilmiyor) demek çok yanlış olur. Ama akıl her şeyi bilemez. Aklın da sınırı vardır. Sınırından öteye gidilirse akıl çalışmaz, yanlış karar verir. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl, her insanda farklıdır. Bazıları dünya işlerinde isabet ettiği hâlde, bazıları yanılabilir.

    Gözün belli sahası olup, gözün anlayamadıklarını akıl anladığı gibi, aklın da belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Akıl, herkeste eşit değildir. En yüksek akılla en aşağı akıl arasında çok fark vardır. Şu hâlde (Aklın yolu birdir) demek çok yanlıştır. Her işte ve hele dînî işlerde akla güvenilmez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan bir akla, her sahada nasıl güvenilebilir?

    Demek ki akıl, kendi sahasında kıymetlidir. Bu sahanın dışına çıkınca yanılır. Akla uygun olan ilme, dinimiz çok önem verir. Üç âyet meali:

    (Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu? Elbette bilen kıymetlidir.) [Zümer 9]
    (Allah, ilim sahiplerinin derecelerini yükseltir.) [Mücadele 11]
    (Geceyi gündüzü, Güneş’i, Ay’ı sizin istifadenize vermiştir. Yıldızlar da, Onun emrine boyun eğmiştir. Bunlarda, aklını kullanan, düşünen bir toplum için ibretler vardır.) [Nahl 12] (Geceyle gündüzün meydana gelişinde, Ay’ın, Güneş’in insanlara sağladığı faydalarda, yıldızların Allah’ın emriyle var oldukları, hareket ettikleri konusunda, akıl eden, düşünebilen kimseler için alınacak ibret dersleri vardır) deniyor.

    Kendini Allah'tan satın almak

    0 yorum

    Sual: (Bin kere İhlâs okuyan kendini Allahü teâlâdan satın almış olur) hadis-i şerifindeki, (Kendini Allahü teâlâdan satın almak) ifadesi ne anlama geliyor?
    CEVAP
    Kölenin efendisinden kurtulup hürriyete kavuşması için, efendisine kendi değeri kadar para vermesi gerekir. İnsanlar da, Allahü teâlânın kulu, kölesidir. İnsan kulluktan yani Allahü teâlânın kölesi olmaktan elbette kurtulamaz. İnsanın Cehennemden kurtulması, kölenin kölelikten kurtulmasına benzetilmiş, yani burada mecazî olarak, İhlâs sûresini bin kere okuyanın Cehennemden kurtulacağı bildirilmiştir.

    Şartsız bildirilen her hüküm gibi, bu da elbette şarta bağlıdır. Bin İhlâs okuyanın Cehennemden kurtulması için, Müslüman olması şarttır. Müslüman olmayan, ne yaparsa yapsın Cehennemden kurtulamaz. Ehl-i sünnet itikadında olmayan da, bozuk itikadının cezasını çekmedikçe Cennete giremez. Kul hakkı ve farz borcu olanlar, bunları ödemedikçe veya herhangi bir sebeple affa uğramadıkça Cehennemden kurtulamaz.

    Vaazı uzatmak
    Sual: İmamın uzun zamm-ı sûre okuması ve namaz vakti geldiği hâlde, insanlara hizmet için vaazını uzatması, kul hakkına sebep olur mu?
    CEVAP
    Elbette olur. Kimsenin zamanını çalmaya hakkımız yoktur. Üstelik daha uzun sûre okuyunca daha fazla sevab alınmaz, aksine cemaati rahatsız edecek kadar uzun sûre okuyarak namaz kıldırmak, tahrimen mekruh olur, yani harama yakın günah olur.

    Hazret-i Muaz’ın, Bekara ve Nisa sûresini okuyarak Eshab-ı kirama namaz kıldırdığını haber alan Resulullah efendimiz, üç kere (Ya Muaz, sen fettan mısın?) buyurmuştur. Yani (Fitneci misin, fitneye mi sebep olacaksın?) buyurup, kısa sûrelerden okumasını, cemaat arasında, yaşlı, zayıf ve ihtiyaç sahibi kimseler de bulunabileceğini bildiriyor. (Buharî)

    Cuma ve bayram namazlarında, namazdan önce vaizlerin, cemaatin namaz kılmadan camiden çıkamayacaklarını fırsat bilip, vaazlarını uzatmaları da, kul hakkına sebep olur. Namazdan sonraki vaazlarda, utancından çıkamayanlar olsa bile, vaazı uzatmak o kadar uygunsuz sayılmaz, çünkü işi olan, sıkışan her şeye rağmen çıkıp gidebilir. Namazlardan önce nasıl olsa namazı kılmadan gidemez, mecburen dinler düşüncesiyle, vaazını uzatarak o kadar insanın vebaline girmek çok yanlıştır.


    Alnında yara varsa
    Sual: Alnı veya burnu yara olan nasıl secde eder?
    CEVAP
    Alnında yara olan, yalnız burnuyla, burnunda yara olan ise, yalnız alnıyla secde eder. Hem alnı, hem de burnu yara olup yere secde edemeyen ise, ayakta durabilse de, oturarak îmâ ile kılar. Yani rükû için biraz eğilir. Secde için, rükûdan daha çok eğilir. (S. Ebediyye)

    Sevilen güzeldir

    Kimin bir güzele gönlü düşmüşse,
    Rahatı bozulur, başkası gelse,
    (Al, yüz lale) dense, âşık bülbüle,
    Hiçbirini değişmez asla bir güle.

    Secde-i sehv yaparken

    0 yorum

    Sual: S. Ebediyye’de (Secde-i sehv yapmak için, bir tarafa selam verdikten sonra, iki secde yapıp oturur ve namazı tamamlar. İki tarafa selam verdikten sonra veya hiç selam vermeden de, secde-i sehv yapmak caizdir) denildiği hâlde, Tam İlmihâl’i bilen biri, (Bu yanlıştır, iki tarafa selam verdikten sonra, secde-i sehv yapmak mekruhtur) diyor. İki tarafa da selam vermenin, caiz olduğunu bildiren kavle niye itiraz edilir?
    CEVAP
    (Bir kavle göre öyle yapılması da caiz) demediğine göre, muhalefet için yaptığı anlaşılıyor. Din kitaplarında deniyor ki:

    Secde-i sehv, iki tarafa veya bir tarafa selamdan sonra yapılır. Hidaye şerhinde diyor ki: Şemsül-Eimme, secde-i sehv, iki selamdan sonra yapılır. Esah olan kavil budur. Çünkü bu kavil, Hazret-i Ömer ve İbni Mesud ve Cumhur-u ulemanın kavli olup, bu durumda Resulullah’a yakın olan sahabeyi kiramın rivayetini almak en doğru olanıdır. Diğer rivayet ise, Âişe validemiz ile Sehl bin Sa'd’dandır. İkisi de, ikinci selamı işitmemiş olabilir. Çünkü Resulullah ikinci selamı birinciye göre daha hafif sesle verirdi. İkinci kavil İmam-ı Muhammed’e, birinci kavil de İmam a'zam ile İmam-ı Ebu Yusuf’a aittir. Tercih edilen kavil, münferid için sehv secde, iki yana selamdan sonradır. İmam için bir yana selamdan sonradır. Çünkü imam, iki tarafa selam verirse, namaz bitti sanarak bazıları namaza aykırı bir şey yapar. (Dürer ve Gurer)

    Kimi âlimler, (Secde-i sehv birinci selamdan sonra yapılır) demişler, kimileri de, (İki selamdan da sonra yapılır) demişlerdir. Hidaye sahibi de bu kavlin sahih olduğuna hükmetmiştir. (Halebî)

    Sehiv secdeleri iki selamla yapmak da caizdir. (Hindiyye)

    Bir tarafa selam verilir. İki tarafa selam verilirse, secde-i sehiv sakıt olur. Hiç selam vermeden de, secde etmek caiz, fakat tenzihen mekruhtur. (Dürr-ül muhtar)

    Secde-i sehiv için, bir selam verilmesi tercih edilmiştir. Bir kimse, iki tarafına selam verirse, artık secde-i sehv sakıt olur. Hiç selam vermeden, secde ederse de caiz, fakat tenzihen mekruh olur. (Redd-ül muhtar)
    Secde-i sehvi, iki tarafa selam verdikten sonra yapmak câizdir. Ama sağ tarafa selam verdikten sonra yapılması daha doğrudur. Hidaye’de diyor ki: Secde-i sehv iki tarafa selam verdikten sonra yapılır. (Tergib-üs-salat)

    Yalnız kılan, bir veya iki tarafa selam verebilir. (Riyad-ün-nâsihîn)
    Bu konudaki ihtilâf hangisinin evlâ olduğundadır, yoksa her iki şekil de caizdir. (Mecmua-i Zühdiyye)