Son Konular

  • Evlilik hakkında kader düşüncesi

    0 yorum

    Sual: Ben kızımı, dinini bilen iyi bir Müslümanla evlendirmek istiyorum, ama biri bana (Allah, onun alnına içkici, kötü birini yazdıysa, sen değiştiremezsin, senin yüzünden kız evde kalacak, günaha girme, bırak kiminle evlenirse evlensin! Kızın evliliğine mâni olma) dedi. Mâni olmak mı, yoksa mâni olmamak mı günahtır?
    CEVAP
    Öyle diyenler, kaderi bilmedikleri için yanlış söylüyorlar. Kader, herkesin kendi iradesiyle, ne yapacağını, kiminle evleneceğini, Cenab-ı Hakk'ın ezelî ilmiyle bilmesi demektir. Biz, kiminle evlenmeye karar vermişsek, o bizim kaderimiz oluyor. Allahü teâlâ, olacak her şeyi bildiği için, bizim ne yapacağımızı da bilir. Yani kader, Allahü teâlânın ezelî ilmiyle, kendi irademizle yapacağımız işleri bilmesidir, zorla yaptırması değildir. Allah, hiç kimsenin alnına (Kötü biriyle evlensin) diye yazmaz. Biz, kendi irademizle, içkiciyle evlenmeye karar vermişsek, bunu yazar. Kızımızın iyi biriyle evlenmesi için gayret etmezsek, kötüyle evlenmesine göz yumarsak günah olur. Sonra (Kaderi böyleymiş) demek yanlış olur.

    İrade-i cüziyyesini kullanarak, iyilik yaratılmasını isteyen sevaba, kötülük yaratılmasını isteyen de günaha girmiş olur. Günah işleyen cezasını, sevab işleyen mükâfatını görür. Kızını iyi biriyle evlendiren de sevaba, kötüyle evlendiren de günaha girer.

    (Deveni sıkı bağla, ondan sonra tevekkül et!) hadis-i şerifi gösteriyor ki, deveyi bağlamadan, serbest bırakıp Allah'a emanet etmek yanlıştır. Biz de, kızımızın iyi biriyle evlenmesi için bütün tedbirleri almalıyız. Tedbir alırsak, âhirette sorumlu olmayız. Kötü biriyle evlenmesine razı olup da, suçu kadere yüklemek doğru değildir. Yani kötü ile de, iyi ile de evlenmesine kendimiz sebep oluyoruz. İçkili araba kullanıp sonunda kaza yapanın, (Takdir böyle imiş) demesi, yanlış olduğu gibi, kötü biriyle evlenip de, suçu kadere yüklemesi de yanlış olur.

    Gerisine Allah kerim
    Sual: (Bundan sonrasına Allah kerim) veya (Gerisine Allah kerim) gibi sözler söyleniyor. Acaba, (Buraya kadar biz yaptık, bundan sonrasını Allah yapar) denmek mi isteniyor? Bu mânâda söylemek uygun mudur?
    CEVAP
    Müslüman birinin, o sözleri, (Bugüne kadar Allah'ın izniyle geldik, bundan sonrasına da Allah kerimdir) mânâsında söylediğine hüsnüzan edilir. Sizin dediğiniz mânâda söylemek elbette uygun olmaz.

    Büyük zatlara hüsnüzan

    0 yorum

    Sual: Eskiden talebeler, hocalarına, büyük zatlara hüsnüzan ederler miydi?
    CEVAP
    Elbette hüsnüzan ederlerdi. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

    Büyük bir zatın işlerini beğenmemek, insanı sonsuz felakete götürür. Onun her işi, her sözü iyi ve güzel görünmedikçe, onun feyizlerine kavuşamaz. Ona aşırı sevgisi ve bağlılığı olmakla beraber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğenmemek bulunursa, bunu kendi için felaket, yıkım bilmeli. Bu zamanda doğru ile yanlış, iyi ile kötü birbiriyle karışıktır. Onun işlerine iyi gözle bakmalıdır. (1/313)

    Onun hiçbir işine, hiçbir sözüne, hardal tanesi kadar bile itiraz etmeli. (İnsanların en aşağısı, bu büyüklerde kusur görendir) buyuruluyor. Onda bir üstünlük, bir keramet aramamalı. Bir müminin, bir Peygamberden, bir mucize istediği, hiç görülmüş müdür? Kâfirler mucize ister. (1/292)

    Ebu Cehil, (Kureyş büyükleri, zenginler dururken, bir yetim peygamber olamaz) diyerek Resulullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” peygamberliğini kabul edememişti. Ebu Cehil, burada Allahü teâlâyı suçluyor, (Bu işe layık olmayan birini peygamber yaptın) demek istiyordu. Resulullah efendimiz, Allahü teâlânın elçisi ve vekilidir. Vekil, kendisine verilen yetki bakımından asıl gibidir, onu temsil eder. Vekile itiraz, asıl zata itirazdır. Ona itaat, asla itaattir. Allahü teâlâ, (Resulüme itaat, bana itaattir) buyuruyor.

    Resulullah efendimizin tayin ettiği halifeyi, kumandanı kabul etmemek, Resulullah'a itiraz etmek olduğu gibi, Resulullah’ın vârisi olan büyük zatların vekilini kabul etmemek de, o büyük zatlara itiraz etmektir. İtiraz görünüşte vekile ise de, hakikatte o büyük zata yapılmıştır. Vekilini beğenmemek, o büyük zatı beğenmemektir, (Büyük zat, bu işi yanlış yaptı, haram işledi) demektir. Çünkü işi ehline vermek farzdır. Nisâ sûresinde mealen, (Allahü teâlâ, size emanetleri ehline vermenizi emreder) buyuruluyor. Büyük zatlara (İşi ehline vermedi) demek çok çirkindir.

    Onlarda yanlış zannettiğimiz bir şey görünce, (Mutlaka bilemediğimiz bir sebep vardır) diye düşünmeli. Bu büyük zatların kalbi, hocasının kalbine, onun da kalbi, kendi hocasının kalbine bağlıdır. Bu, silsile yoluyla Resulullah'a kadar gider. Onun için, din büyüklerine karşı bir edepsizlik etmekten çok sakınmalıdır.

    Çirkin günahlar işleyenler

    0 yorum

    Sual: Zina veya livata gibi çirkin günahlar işleyen ve sonra tevbe edip salih Müslüman olan kimsenin, önceki hâlini bilip ondan nefret edenlere imam olması neden mekruhtur? Allah'ın affettiğini kullar niye affetmiyor?
    CEVAP
    Evet, tevbe eden ve bir daha günah işlemeyen kimse temiz olur. Tevbe edenden değil, yapılan kirli işten nefret ediliyor. Bu nefret, insanın elinde değildir. Temiz olmak ayrı şey, tiksinmek ayrı şeydir. Bazıları, başkalarının içtiği suyun artığını bile içemez. Kimi de, genelevden çıkan tevbe etmiş kadınla evlenemez. Bazısı da, livata yapıp tevbe eden erkekten nefret eder. Bu nefret, elde olmayan bir duygudur. Aşağıdaki olay buna bir örnektir:

    Hazret-i Hamza’yı şehit eden Vahşî, Mekke’nin fethinden sonra kimliğini bildirmeden Medine’de mescide gelip, selamdan sonra, (Ya Resulallah! Bir kimse Allah’a ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günahı işlese, sonra pişman olup iman etse, bunun cezası nedir?) dedi. (İman eden, affolur, kardeşimiz olur) buyurdu. Vahşi, (Yâ Resulallah! Ben iman ettim. Allah’ı ve Resulünü her şeyden çok seviyorum. Ben Vahşî’yim) dedi. Resulullah, Vahşî adını işitince, Hazret-i Hamza’nın şehid edilmiş hâli gözünün önüne geldi. Ağlamaya başladı. Vahşî, öldürüleceğini anlayarak kapıya doğru yürüdü. Eshab-ı kiram kılıçlarına sarılmış, işaret bekliyordu. Vahşî, (Son nefesimi alıyorum) diye düşünürken, Cebrail aleyhisselam gelip, Allahü teâlânın, (Ey Resulüm! Bütün ömrünü puta tapmakla geçiren bir kâfiri, iman edince affediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşî’yi affetmiyor musun? O, sana inandı. Ben affettim, sen de affet!) emrini bildirdi. Herkes, öldürün emrini beklerken, Resulullah (Kardeşinizi çağırın!) buyurdu. Kardeş sözünü işitince, saygıyla çağırdılar. Resulullah, Vahşî’ye, affolunduğunun müjdesini verip, (Fakat seni görünce dayanamıyorum, elimde olmadan üzülüyorum) buyurdu. Hazret-i Vahşî de, Resulullah’ı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi. Mahcup, başı önünde yaşadı. Aynı mızrak ve okla, peygamberlik iddiasında bulunan Müseyleme’yi öldürüp İslâmiyet’e büyük hizmet etti. (Eshab-ı kiram kitabı)

    Edebim el vermez
    Sual: Şu beyit Yunus Emre’ye mi aittir?
    Edebim el vermez, edepsizlik edene,
    Susmak en güzel cevap, edebi elden gidene.
    CEVAP
    Şiirde birinci mısra 13, ikinci mısra 15 hecedir. Yunus Emre’nin bütün şiirleri ölçülüdür. Böyle ölçüsüz şiirine rastlamadık. İnternette Yunus Emre’ye ait deniyorsa da, bazıları, kendi yazdığı şeylere değer verilsin diye, meşhur zatların ismini kullanıyorlar. Sanki bu da öyledir. Şöyle dense, hiç değilse ölçü yönüyle kurtarır:

    Edebimiz el vermez, edepsizlik edene,
    Susmak en güzel cevap, edep elden gidene.

    Şefaati inkâr eden sapık

    0 yorum

    Sual: Azgın mezhepsizlerden biri, Taha sûresinin, (O gün Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandıklarından başkasının şefaati fayda vermez) mealindeki 109. âyetini yorumluyor, (Benim görüşüme göre, bu âyet, şefaatin olmadığını gösteriyor. Allah, bir kimseden hoşlanmışsa, o zaten kurtulmuştur. Onun şefaate ne ihtiyacı vardır?) diyor. Bu azgın adam, şefaatle ilgili âyetleri inkâr mı ediyor?
    CEVAP
    (İnkâr etmiyorum) derse, şu âyet-i kerime için ne diyor?

    (Sadece Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat etmesi için izin verilen, göklerde nice melekler vardır.) [Necm 26]

    (Melekler, Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edecek) deniyor. Hâşâ, Allah'ın yalan söylediğini mi sanıyor? Değilse niye (Şefaat yok) diyor?

    Bir de, (Allah'ın hoşlandığı, razı olduğu kimsenin şefaate ihtiyacı yok) diyor. O zaman Allahü teâlâ, niye (Şefaat var) diyor?

    Şefaatler sadece Allah'ın razı olduğu kimseleredir, razı olmadığı kâfirlere şefaat olmaz. Allahü teâlâ, müminin imanından razı, kâfirin küfründen razı değildir. Bir âyet-i kerime meali:

    (O gün zalimler [kâfirler] için, müşfik bir dost, sözü dinlenecek şefaatçi de yoktur.) [Mümin 18]
    Bu âyet-i kerime de gösteriyor ki, kâfirlere şefaat yoktur. Şefaat, müminleredir. Hattâ Cennete giren müminlere, yani razı olduklarına da şefaat edilecektir. Peygamber efendimizin şefaati şöyle olacak:

    1- Mahşerde bekleme azabından kurtaracaktır.
    2- Çok kimseyi hesapsız Cennete sokacaktır.
    3- Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
    4- Sevabı ve günahı eşit olup, A’raf’ta bekleyenleri Cennete koyacaktır.
    5- Cennettekilerin derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir. (İtikadname, Berika, Şir’a şerhi)

    Şefaati Mutezile fırkası inkâr ettiği için, bu sapık da onları savunmak maksadıyla yanlış yorumlar yapıyor.
    Peygamber efendimiz "sallallahü aleyhi ve sellem", bu âyetleri nasıl açıklamış? Şefaat hakkında ne buyurmuş? Bu mezhepsiz, niye Peygamber efendimizden hiç bahsetmiyor? En sağlam hadis kitaplarında Peygamber efendimiz buyuruyor ki:

    (Her peygamberin, müstecab [kabul olan] bir duası vardır. Ben o duamı, ümmetime şefaat etmek için âhirete bıraktım. Ümmetimden şirk üzere ölmemiş olan herkese şefaat edeceğim.) [Buhârî, Müslim, Tirmizî, Muvatta]
    (Bütün peygamberler şefaat edecektir.) [Buhârî]

    (Kıyamette ilk şefaat eden ben olacağım.) [Müslim]
    (Kıyamette “Ya Rabbi, zerre kadar imanı olanı Cennete koy!” diyeceğim. Hepsi şefaatimle Cennete girecek.) [Buhârî]

    (Eshabımı kötüleyenden başka, herkese şefaat edeceğim.) [Buhârî]
    (Kıyamette Allahü teâlâ, “Melekler, peygamberler ve salihler şefaatlerini yaptılar. Bundan sonra benim büyük rahmetim kaldı” buyurur.) [Buhârî]

    Dört mezhebin imamı, bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler, şefaatin hak olduğunu bildirmiştir. Bütün âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı a’zam hazretleri, (Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara şefaat edecektir) buyurdu. (Fıkh-ı ekber)

    Ehl-i sünnet âlimleri içinde, şefaati inkâr eden tek âlim yoktur. Olması da mümkün değildir.
    Görüldüğü gibi, bu azgın, âyetleri, hadisleri ve bütün Ehl-i sünnet âlimlerini yalancı çıkarma gayreti içindedir.

    İsim koyarken dikkat!

    0 yorum

    Sual: (Rumeysa, Bekir, İrem, Kezban, Gülsüm gibi isimler çocuklara konmaz. Ayrıca Cebrail, İsrafil, Azrail gibi melek isimleri ile Resul ve Nebi isimlerini de koymak mekruhtur) diyen ilahiyatçıya, Diyanet yetkilisi, (Bunlar, topluma ve tarihe mal olmuş önemli isimlerdir. İlahiyatçının sözü, kastını aşan zorlama bir yorumdur ve son derece yanlıştır) diye çıkıştı. Hangisi doğrudur?
    CEVAP
    Bir ismin mânâsı güzel olmasa da, eğer büyük bir zatın ismi ise, böyle bir ismi çocuklara koymanın hiç mahzuru olmaz. Hattâ bu ismin sahipleri, kendi isminde olanlara şefaat eder.

    Resul ve Nebi; elçi, haberci, müjdeci gibi mânâlara gelir. Bu mânâ da koymanın hiç mahzuru olmaz. 
    Peygamber isimlerini çocuklara koymak caiz olduğu gibi, meleklerin isimlerini de koymak caizdir. Peygamberler meleklerden üstündür. Peygamber ismi gibi melek ismi de caizdir.

    İrem, Şeddad isimli bir kâfirin bahçesinin adıysa da, bahçenin suçu ne? Bazı eriklere, papaz eriği deniyor. Bu mantığa göre, böyle erikler yenmez mi?

    Kezban ismi Farsçadır. Kâhya kadın, bir daireyi idare eden kadın demektir. Ked-banu isminden gelmektedir. Her ne kadar Arapçada yalancı mânâsına gelirse de, Farsçadan geldiği için konmasında mahzur yoktur. İlahiyatçının sözü yanlıştır. Diyanet yetkilisi ise, çıkışmakta haklıdır.

    Hak ve doğru
    Sual: Doğru tek midir, çok mudur? Hak kelimesi doğru anlamına da gelir mi?
    CEVAP
    Doğru tektir, hak ise çok olabilir. Müctehid, ictihad ederken yanılsa yani doğruyu bulamasa bile, o hatalı ictihada uyan Müslüman hak yoldadır, günahtan kurtulur. Hak, doğru anlamında da kullanılır. Şu yazıda açıklanmaktadır:

    Müctehid, hüküm çıkarırken yanılabilir. Resulullah efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, bir Sahabiye Nass bulamadığı işlerde, (Kendin hüküm çıkar! Yanılmazsan on, yanılırsan bir sevab kazanırsın) buyurdu. Allahü teâlâ katında hak [doğru] birdir. Yani, çeşitli olan ictihadlardan yalnız biri doğru, diğerleri yanlıştır. Mutezile fırkasındaki âlimlere göre müctehid hiç yanılmaz. Onlara göre, hak [doğru] birden fazla olur. (Faideli Bilgiler)

    Kâfirlerle iman birliği

    0 yorum

    Sual: Hristiyanlarla aramızda iman birliği var mı?
    CEVAP
    Hristiyanlarla aramızdaki iman birliği yok, ayrılık ise çoktur. Birkaçı şöyledir:

    1- En başta Allah’a imanda birlik yoktur. Biz bir Allah’a inanırız. Onlar üç tanrıya inanırlar. Hazret-i İsa’ya Tanrı'nın oğlu ve Tanrı derler. Bir âyet-i kerime meali:

    (Allah’la birlikte başka ilah edinen Cehenneme atılır.) [İsra 39]

    Biz, (Allah, mekândan münezzehtir) deriz, onlar (Tanrı göktedir) derler. Biz, (Allah, insana veya tahayyül edilen hiçbir şeye benzemez, oğlu kızı yoktur, doğmadı ve doğurmadı) deriz, onlar (Tanrı babamızın oğlu vardır, melekler Tanrı'nın kızlarıdır) derler. Biz, (Allah hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir) deriz, onlar (Tanrı insanlığın kurtuluşu için biricik oğlunu kurban etmek zorunda kaldı) derler. Sanki hâşâ oğlunu kurban etmeden insanları affedemezmiş gibi, Allah’ı âciz bir varlık gibi gösterirler. Hâşâ Allah’ın da oğlu olduğunu söylerler. Bu sakat mantıkla, (Tanrı, yeni bir oğul yaratır, onu da kurban eder, herkesin günahını böylece affeder) diyen biri çıkarsa ne diyecekler?

    2- Onlar, meleklere kız derler. Biz ise, (Meleklerde erkeklik dişilik yoktur) deriz. Bir âyet-i kerimede mealen, (Rabbiniz oğulları size ayırdı da, kendisi için kız olarak, melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz) buyuruldu. (İsra 40)

    3- Biz semavî kitapların hepsine inanırız, onlar Kur’an-ı kerime inanmazlar.

    4- Biz peygamberlerin hepsine inanırız, onlar Peygamberimize inanmazlar. Bir hadis-i şerifte, (Bana iman etmeyen Yahudi ve Hristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir) buyuruldu. (Hâkim)

    5- Biz, (Hayrın da, şerrin de yaratıcısı Allah’tır) deriz, onlar Mutezile sapıkları gibi, (Kötülükleri Tanrı yaratmaz) derler.

    Sadece Hristiyanlarla değil, hiçbir kâfirle iman birliğimiz yoktur. Bir âyet-i kerime meali:
    (Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17]

    Secde-i sehv gerekmez
    Sual: Secde-i sehv yaparken yanılınca, tekrar secde-i sehv gerekir mi?
    CEVAP
    Gerekmez. Bir namazda ancak bir kere secde-i sehv yapılır. (Hindiyye)

    Bakışı ibret, sözü hikmet olan

    0 yorum

    Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

    Kâinat ince bir hesap üzere yaratılmıştır. Yani Allahü teâlânın her işinde hikmetler vardır. Her emrinde hikmetler gizli olup, her mahlûkunda ders alınacak ibretler var. Onun için Peygamber efendimiz, (Müminin bakışı ibret, konuşması hikmet, susması tefekkür olur) buyuruyor. O hâlde, bizler de sözlerimizi, hâllerimizi, hareketlerimizi hesabını verebilecek şekilde düzenlemeliyiz. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:
    (Akıllı insan, sarraf gibidir. Her işi, her hareketi, sarrafın vitrinindeki altın ve çeşitleri gibi olur.)

    Akıllı insan, her kitabı okumaz, Ehl-i sünnet âlimlerinin, altın değerindeki kitaplarını okur. Herkes yapıyor diye her işi yapmaz, kıymetli işleri yapar. Herkesle değil, kıymetli insanlarla görüşür.

    Yine İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki:

    (Çok kimse hamal gibidir, çok yorulur, çok yıpranır, fakat az kazanır. Çok az kimse de sarraf gibidir, az çalışır, fakat çok kazanır.)

    Demek ki, insana az veya çok kazandıran şey, çok çalışmak, çok yorulmak değil meşgul olduğu işin mahiyeti ve ihlâsla yapmasıdır.

    O hâlde bizim de, Allahü teâlânın katında çok kazanmamız, Onun razı olduğu işlerle meşgul olmamıza ve sevdiği insanlarla beraber olmamıza bağlıdır.

    Eğer Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği itikada sahip olur ve bildirdikleri yolda gidersek, yorulmadan, uçakla bir yerden bir yere ulaşmak gibi yıpranmadan, kolay ve rahat hedefe, yani Allah’ın rızasına kavuşulur. Çünkü bu büyüklerin yolu, sarrafların yolu gibidir.

    Kâr etmenin yolu
    Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi olmayı ömrümüzün sermayesi yapmalıyız. Şayet o büyüklere tâbi olup, onların bildirdiği esaslara uyarsak, bu ömür sermayemizi kıymetlendirir ve çok kâr ederiz. Neticede Allahü teâlânın rızasını kazanıp Cennete gideriz. Fakat bu ömür sermayesini, Allahü teâlânın razı olmadığı yerlerde kullanıp heba edersek, zarar ederiz ve sonunda zarar edenlerin gideceği yere, yani Cehenneme gideriz.