Aziz
ve Celil olan Hak, korkulmaya ve kendisinden bir şey beklenmeye layıktır.
O'nun cenneti ve cehennemi olmasa dahi, çekinmeye değer. O'na itaat ediniz, bu
itaati O'nun varlığı için yapınız. O'ndan gelen iyilik ve ceza sizi artık
düşündürmesin. O'nun yolunda itaat, emrini tutmak, yasaklarından kaçmak ve
gelen kader işlerine karşı sabırlı olmaktır.
O'na
dönünüz. O'nun önünde boynunuzu eğiniz ve ağlayınız. Yaşlar hem gözünüzden hem
de kalbinizden aksın. Ağlamak ibâdettir, Hakk'a karşı tevazu göstermenin şiddet
hâlidir. Tevbe ve iyi niyet üzere ölen kurtulur.
Temiz iş tutana Hak’tan fayda
gelir. O, mazlumların mükâfatını verir. Bu âlemden göçtükten sonra herkes O'nun
önünde durur. Rahmet ve şefkat gösterisi kimseye düşmez. O, kullara acır ve
merhamet eder. Dünya ve âhirette O'nun sevgisi sana yeter. Bu sebeple Hak sevgisini
en önemli şey olarak tut. Sana en çok lazım olan odur. Bütün yaratılmıştan daha
ileridir. Herkes seni kendisine çağırır. Aziz ve Celil olan Hak ise, seni sana
çağırır.
* * *
Ey
cemaat! Nefisleriniz ilâhlık iddiasında, bundan haberiniz yok. O, bu kötü
hâlini her zaman göstermektedir. Hakikat karşısında zor kullanmakta, Hakk'a
kafa tutmakta ve ayrıca O'nun istediğini de istememekte. Dergâhtan kovulan
şeytanı nefis sevmekte; halbuki Mevlâ onu sevmez. Nefis kadere uymuyor ve sabır
yolunu tutmuyor, daima niza çıkarıyor. O'nun yanında Hakk'a teslime dair alâmet
yoktur. İslâm'ın sadece ismi ile yetiniyor, bu ona hiçbir zaman için fayda
sağlayamaz ve menfaat getiremez.
* * *
Ey
evlat! Korku üzere ol. Emin olma. Bu hâlin Rabb’ine kavuşuncaya kadar devam
etsin. Kalbin istikrar buluncaya kadar böyle ol. Niyetini O'na yönelt. Emniyet
hâli önüne serilinceye kadar çekin, bu olursa emin olabilirsin. Hak katında
emniyet bulursan bol hayır görürsün. Oradan gelen emniyet hâli devamlıdır. O
verdiği şeyi geri almaz. Aziz olan Hak, kulunu sevince kendine yaklaştırır.
Kul
Mevlâ’sından korktuğu müddetçe kötülükleri gider, kalbi ve sırrı sakin olur. Bu
hâli kimse sezemez. Hak’la arasında olur.
Cahil
adam, Hak’tan dönmektesin ve O'nu kalbin ötesine atmaktasın, yaratılmışla
uğraşmaktasın. Allah yolcularının meşgalesi Hak’tır. O'na hizmet ederler, bu
sayede kalpleri yakınlık bulur ve irfan sahibi olurlar. Onlardan her biri
marifet sahibi olunca, nefsini ve şeytanî duyguları yenince, halktan ve
dünyadan kurtulunca Hak yakınlığı perdesi açılır. Bu hâlden sonra Mevlâ’sı ona
başka işler yaptırır. Ona şöyle bir hitap gelir: “Geriye dön. Halkın hizmeti
ile ol ve onları bize çağır. Bizi isteyen ve arayanlara hizmet et.”
Siz
tecrübesiz insanlarsınız. Allah yolcuları sizin önderinizdir. Onlar kurtarır.
Eşinizi
razı etmekte ve Mevlâ'nızı darıltmaktasınız. Halkın çoğu, eşinin ve
çocuklarının rızasını Mevlâ'dan öne almaktadır.
Ben,
senin bütün hareket ve duruşunu, bütün gayretini nefsin için görmekteyim,
yalnız eşin ve çocuğun için çalıştığını sezmekteyim. Sende Hak’tan yana hiçbir
haber yok.
Yazık
sana; tam olgun erlerden sayılmıyorsun. Kâmil olan kişi, yalnız Hak için iş
yapar. Kalp gözlerin görmez olmuş. İç alemindeki temizlik bozulmuş. Rabb’inden
perdelenmişsin, ama bunlardan haberin yok. Bu sebeple bazı büyükler şöyle der
(onlara selam olsun): “Hak’tan perdeli olduğunu bilmeyen zavallılara yazıklar
olsun.”
Yediğin
ekmek içerisinde cam kırıkları vardır, sen onu yemektesin ve durumu
bilmemektesin. Çünkü ona karşı iştihan ve arzun çok fazla. Hırsın da sınırsız.
Az sonra miden parçalanacak ve öleceksin. Bütün belâ Mevlâ’ndan uzak olduğun
için geliyor; eğer halkı sevmediğini ve Hakk'ı sevdiğini söylemekte gerçekçi
olsaydın böyle olmazdın.
Peygamber
(s.a.v) Efendimiz şöyle buyururlar: “Haberli ol. Halkın sevgisi azalır.”
Bu,
şu demektir: Onları tecrübesiz olarak seviyorsun ve aynı şekilde öfke
duyuyorsun. Ama bir denemeden geçirirsen işin iç yüzünü anlar ve ona göre öfke
duyarsın.
Akıl
sahibi tecrübelidir. Sende akıl da yoktur. Kalp tecrübe eder; sende kalp de
yoktur. Kalp düşünür, Mevlâ'sını anar ve öğüt alır. Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Muhakkak
kalp sahibi olanlara Kur'ân'da alınacak dersler vardır; o kulağa geldiğinde
huzuru olanlara da aynı öğüt vardır.” (Gâf, 50/37)
Aklı,
kalbe çevir. Kalbi, sır yap. Sırrı, yokluğa ilet. Yokluğu, varlığa çevir.
Âdem
ve diğer peygamberler beşerî duyguların hepsine sahipti. Onların da kendilerine
göre istek duydukları şeyler vardı. Ancak onlar, nefislerine karşı durup
Rabb’lerinin rızasını ararlardı. Âdem Peygamber cennette bir arzu duydu, orada
iken bir hata işledi. Sonra tevbe etti, bir daha ona dönmedi. Onun arzusu
övülmeye değer. Çünkü iyi niyeti vardı, Hak civarından ayrılmak istemiyordu.
Peygamberler, her zaman nefislerine karşıdırlar, tabiî arzu ve şehvetlerini
yenerler, hakikat yönünden meleklere katılıncaya kadar çalışırlar. Nefislerini
yenmek için çok çabalar ve bu yolda çok gayret sarf ederler. Peygamberler ve
sevgili kullar sabırlıdırlar. Size gereken sabır işinde onlara uymaktır.
Ey
evlat! Tam hamle yapacak durumu elde edinceye kadar, düşmanın duruşuna dayan.
Yakında onu tutar yere vurursun. Yalnız zamanını bekle, zamanı gelince onun
bütün varlığını teslim alırsın.
Ey
evlat! Çalış, hiç kimseye eziyet için gayret etme. Herkese iyi niyet besle.
Ancak cemiyetin düzeni için bir şey yapılacaksa onu da yapmaktan geri durma, bu
ibadet sayılır.
Aklı
başında ve seçme doğrular, sûrlarına üflediler. Onlar, nefislerinin kıyametini
kopardılar. Kendi gayretleri ile dünyayı bir yana attılar. Sırata inandıkları
için geçtiler. Kalple yürüdüler ve cennetin kapısına vardılar. İçeri girmeden
kapı ağzında durdular ve şöyle dediler: “Biz, buranın nimetini yalnız
yemeyeceğiz ve içmeyeceğiz.” İyi insanlar, yalnız canlarını düşünmezler ve
yalnız yemezler.
Bu
düşünce ile dünyaya döndüler. Maksatları insanları Hakk'ın tâatine çağırmaktı.
Ve orada gördükleri iyi şeyleri haber vermekti, ayrıca güç işleri
kolaylaştırmaktı.
Bir
kimsenin imanı kuvvet bulur, inancı varlığında yerleşirse, Mevlâ'nın haber
verdiği her şeyi kalbinde bulur. Cennet, cehennem ve onlarda olanları, kıyamet
işlerine dair her şeyi sezer, ölüm meleğini görür, sûr sesini duyar. Her şeyi
olduğu gibi görür. Ona göre kıymet biçer. Dünya ve zevalini, değişmesini ve
dünya ehlinin göçünü görür. İnsanları mezar taşları gibi görür. Onların duyduğu
azabı ve iyilikleri hisseder. Sanki kıyamet kopmuş. Hak katında cümle halk
divana durmuş gibi bilir. İman sahibi, kıyametin koptuğunu, peygamberlerin,
meleklerin ve sevgili kulların sıra sıra divan durduğunu görür. Cennet ehlinin
birbirlerini ziyaretine ve cehennem ehlinin birbirlerine karşı sataşmasına
bakar.
İyi
görüşe sahip olan baş gözü ile halka bakar, sonra kalbini açar ve Allah'ın fiil
tecellisini onlarda görür. O tecellinin hareketini ve sükûnunu anlar. Buna
izzet nazarı derler; Allah’ın sevgili kulları bu görüşe sahiptir.
İman
sahibi o kimsedir ki, bir kişiye baktığı zaman baş gözünü kullanır. İç âlemine
de kalbi ile bakar ve Mevlâ'yı sır gözü ile görür. Bu yolda çalışan bulur.
Kader geldiği zaman uyar. Deniz ve kara onun gözünde aynıdır. Deniz sahili ve
dağ başı eşittir. Acı ile tatlı aynıdır. İzzet ve zilleti ayırmaz. Zenginlik ve
fakirlik ayrı mâna taşımaz. İman sahibi kaderle yürür. Kader onu yormaz.
Kader, onu taşımak için yorulur. Kader, onu yüklenir. Hak yakınlığına kadar
götürür. İman sahibi kadere tevazu gösterir, onun Hakk'a yakınlığını bilir.
İman sahibi nefsine uymadığı için bu hâle erer. Şahsî arzuları, kütü âdetleri,
şeytanî duyguları ve uygunsuz arkadaşları sevmediği için aradığını bulur.
Allah’ım,
bütün halde kadere uymayı bize nasip eyle! “Bize dünyada iyilik ver,
âhirette iyilik ver, bizi ateşten koru.” (el-Bakara, 2/201)
Bu Konuya Hiç Yorum Yapılmamış; "Abdulkadir Geylani 19. Meclis"
Bu Konuya Yorum Yapın