Bilesin
ki, bütün eşya, ilâhî kuvvetle hareket eder ve aynı kuvvetle sükûnet bulur.
Bir kula bunu anlamak nasib olursa, kullarda kuvvet bulmaktan istiğna duyar. Ve
onları Hakk'ın kudretine ortak etmez. Ayrıca kullar da ondan rahat ederler.
Çünkü yeryüzünde o, kimseyi ayıplamaz ve kimseden bir talepte bulunmaz.
O
kullar, büyük derecelerin sahibidir. Onlar, önlerindeki plana göre hareket
ederler. Dinimizin çizdiği çerçeve dahilinde yürürler.
Dinimizin emri onlara
yeter. Onun verdiğini almak onlara kâfi gelir. İlim yolları ile kullara yol
gösterirler. Karihalarından kimseye bir şey demezler. Kullara bir şey söylerken
ilimle hikmeti de birleştirirler.
Allah
Teâlâ, kulların yaptığını görür; buna inanmak icap eder. Hiçbir hüküm o görmeyi
bozamaz. O'nun görmesi asıldır. Sonra O'nun görmesi, aklı bütün olan herkes
tarafından arzu edilen şeydir. O'nun görmesi olmasa yaratılmışların hâli nice
olur?
Hak
Teâlâ yaptığından sorumlu değildir. Kullar hep sorumludur. Hak Teâlâ kulların
yaptığını görmese, bilmese, neyi soracak? Hak Teâlâ, her şeyi bütün inceliği
ile görür. Bu, her iman sahibinin mutlaka inanması gereken bir mevzudur. Tevhid
ehli ve Allah'ın kudretine ikan yolu ile iman eden ve razı olan kişi, kalbi ile
bunları tasdik eder. Kadere ve verilen hükme uyan kişi, kendisi ve başkası için
olan her şeye boyun eğer. Sabırla karşı koyar. Kullara değil, Hak Teâlâ'ya
sığınarak kurtuluş çarelerini arar.
Cenâb-ı
Hak, senden de, yapacağın sabırdan da müstağnidir. O yalnız senin tutumunu
gözetir. İman yolunda tuttuğun davanda doğru musun, yoksa yalancı mısın?
Sadık
sevgi sahibi, herhangi bir şeye sahip olmaz. Her şeyini sevgilisine bırakır.
Sevgi ve dünyalık toplamak, bunların ikisi, bir kalbe sığmaz. Hak Teâlâ'yı
seven de böyle olur. Mademki yalnız O'nun sevgisini kalbinde taşıyor, o halde
nefsini, malını, sonunu, O'na bırakır, ne kendisine ne de başkasına seçtiği bir
şey olur. İman sahibi bilir ki, kendisinin ve başkasının sahibi Allah'tır. O
hâlde ne ister? Bir şey yapılacaksa Hak Teâlâ en iyisini yapar.
* * *
Hak
Teâlâ'yı yaptığı işler için itham etme. Aceleci olma. Cahil olma, cimri olma.
O'nun katından çıkacak bir şey varsa, sana gelir. O'na teslim olmayı bil.
Bütün
yönler kapanır. O'nun kapısı açık kalır. O'nun kapısına girersen bütün kâinata
sahib olursun.
Senin
sevgin gelişemez! Ancak bir şartla; o da, Hak Teâlâ'dan gayri bütün ciheti
kendine kapalı tutmak. Sana yalnız O'nun ciheti kalmalı. Sen O'na yönel ve
yalnız O'nu sev. O sevgilin, kalbini temizlemeyi iyi bilir. Arş'tan yerin
derin katına kadar inen yaratılmışların hiçbiri sana tesir edemez. Hepsi
sevgili kudreti ile atılır, gider.
Dünyayı
sevme, âhireti isteme. Onlar kalbinden uzak dursun. Dünyada çalış, öbür âleme
göç ettiğinde cennete koyarlarsa gir.
Mecnun
gibi olmalısın. O, kalbinde sevgi yer ettiği zaman halk arasından çıktı. Yalnız
olmayı istedi. Vahşî hayvanlarla yaşadı. Şehirleri terk etti, harabelere
gitti. Halkın ne övmesini dinledi, ne de kötülemesine kulak astı. Kulların
konuşması ve sorması ona farksız oldu. Övmeleri hiç olduğu gibi, kötülemeleri
de sıfıra düştü.
O
Mecnun öyle anlar geçirdi ki, sordular:
“Sen
kimsin?” Söyledi:
“Leylâ...”
“Neredensin?”
“Leylâ...”
“Nereye?”
“Leylâ...”
Başkalarını
gözü görmüyordu. Başkalarını işitmeye kulağı dayanmıyordu. Artık o bu hâlinden
dönemezdi. Yüz çevirenler, onun Mecnunluk hâlinden anlamadılar.
Şu
şiir ne güzel söylenmiş:
Bir
ülkede ki, nefisler koşar boşa
Halkı,
soğuk demiri döver daim boşa.
Bu
kalp Hak Teâlâ'yı bilirse, sever. O'na tam yakınlık duyar. Yaratılmışlar onu
ilgilendirmez. Ve ruhuna huzur veremez. Maddî olan her şey ona ağırlık verir.
Yemek, içmek vs. şeylerle tatmin olmaz. Şehir hayatı onun için önem taşımaz.
Kalbi huzur içinde olduktan sonra, harabeler de ona çok gelir. İlâhî emirler
dışında hiçbir şey, Hak irfanına sahib olan kalbi bağlayamaz. Her hâli bir
prensibe bağlıdır. Fiil tecellisi onu garketmiştir. Sadece kaderin gelişine
bakar; başka şeyleri bilmez.
Allah'ım
rahmet elini bizden çekme; dünya denizi bizi boğar. Mevhum varlığımız bizi yere
serer. Ey keremi bol, reyinde isabetli ve geçmiş hükümlerin sahibi, bize yetiş.
* * *
Ey
evlat! Sözlerimi iyi anla ve amel et. Dediklerimi anlamak kolay değildir.
Ancak bilfiil tatbikat yapmak lazımdır. Tatbikat her şeyde elzemdir.
Yapılmasını sevdiğim şeyleri yapmayan, sözlerimin devamını dinleyemez ve
anlayamaz. Hakkımda iyi düşünce beslemeyen, sözlerimin doğruluğuna inanamaz.
Bir sözle ki, iş yapılmaz, o söz ne ile ve nasıl anlaşılır?
Ebû
Hureyre (r.a), Peygamber (s.a.v) Efendimiz’den işittiği şu hadîs-i şerifi
rivayet eder: “Bir kimse, Allah'tan hoşnut olarak sıtmalı bir gece geçirse,
anadan doğduğu gün gibi günahtan çıkar.”
Bu
günlerde sana bir şey gelmez oldu. Yola gelmen için biraz daralman lazımdır.
Başka türlü olmayacak.
Ashâb-ı
Kirâm'dan Muaz (r.a) bazen ince ve derin dinî meselelere işaret eder, şöyle
derdi: “Geliniz, bir anımızı imanlı geçirelim.” Bunun mânası: “Geliniz, bir
anlık olsun zevk âlemine dalalım; geliniz, o yüce kapıdan bir anlık olsun içeri
girelim.”
Bu
kelâmı ile Muaz (r.a) her şeye esas nazarla bakılmasını ve yakîn gözü ile
görülmesini isterdi. Zahirde her İslâm adını alan, iman sahibi olamaz. Derin,
ince ve önemli meselelere akıl yorması ve anlaması lazımdır. Benliğinde ilâhî
bir yakınlık duymayan da iman sahibi olmaz. Muaz (r.a) bunları iyi bilirdi.
Sözlerini bilgisine göre söylerdi.
Sözü,
Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e şikâyet yollu duyuruldu: “Sanki imanımız yok mu
da, bize Muaz böyle diyor?” Bunun üzerine Peygamber (s.a.v) Efendimiz şöyle
buyurdu.
“Muaz'ı
haline bırakınız.”
Ey
nefse ve şeytana tapan, dünyaya kul olan, senin kullar yanında kıymetin yok;
Hak katında da önemin kalmadı. Salih kullar yüzüne bakmaz oldular. O salih
kişiler âhiretin nimetine tapanı bile sevmezler; sen dünyaya tapar oldun;
bakarlar mı yüzüne?
Yazık,
hâline acı; işin dil kalabalığı ile geçiyor. Onunla eline geçen şeyi alma.
Sözü bırak, işe bak. Sen başkalarına göre yalancısın; ama doğruluktan dem
vuruyorsun. Şirk ettiğin bilindiği hâlde, tasdik ettiğini vehmediyorsun.
Doğruluk,
karışık işler arasında olmaz. İşlerin çürük; ama her işini cevherli
sanmaktasın.
Şu
anda seninleyim; senin iyiliğin için meşgul olmaktayım. Yalan söylemeni yasak
ediyorum. Doğru söylemeni emrediyorum. Elimde üç âlet var. Her şeyi bunlarla
ölçmekteyim. O ölçüler; Kitap, Sünnet ve kalbimdir. Bunlarla bütün iyiyi,
kötüyü bilirim, anlarım. Kalbimle, kalıpların durumunu sezerim. Yaptıkları işe
bakarım. Bir kalbin her şeyi olduğu gibi bilmesi için, Kitap ve Sünnetle amel
etmesi icap eder. İnsan, kâmil olabilmesi için, Peygamber (s.a.v) Efendimiz’e
tam uymalı; Kur'an yolunu tutmalıdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.
Bilgi
ile amel etmek, ilmin süsüdür. Bilgi ile amel kalbi sağlam kılar ve temizler.
Kalp sağlam olursa, bütün duygular sağlam olur. Kalp temiz olunca da bütün
duygular ona uyar. Kalbe süsler açılınca, dış duygulara da verilir. O öyle bir
et parçasıdır ki, sağlam olursa bünye de sağlam olur.
Kalbin
sıhhati, Yaratan'la kul arasındaki muamelenin dürüstlüğüne bağlıdır. O muamele
bir sırdır. Bazen bir kuş gibi uçar gider. Kalp bir kafestir, sağlam olursa
kuşu tutar. Kalp de bir kuştur; onun kafesi ise bünyedir; sağlam olursa kalp
orada durur. Bünye de bir kuştur; kafesi ise kabirdir. O öyle bir kafestir ki,
ondan kaçıp kurtulmak imkânsızdır. Herkes oraya girer. Oranın darlığından
kurtulanlar ise, iman sahipleridir.
Bu Konuya Hiç Yorum Yapılmamış; "Abdulkadir Geylani 41. Meclis"
Bu Konuya Yorum Yapın